MENÜ

Arka Bahçe

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Bir suşi kadar değeri olmayan şampiyonlar!.. İnsan bazen durup dururken yorulur. Nedensizdir. Belki de nedenlidir. Ama o bilmez. Etrafında, yaşadığı dünyada, ait olduğu toplumdaki gelişmeler o kadar hızlı ve başdöndürücüdür ki, tempoya ayak uyduramaz, ansızın bitap düşer. Kıpırdayamaz. Olan bitene kayıtsız kalır. Boş gözlerle oraya buraya, gelişigüzel bakar. İşte o an, “sıfır” noktasıdır. Tükenmişliğin resmidir. İnsan tükenir de toplumlar tükenmez mi? Tükenen insanların bir amip gibi çoğalarak tükettiği toplumlar yok mudur? Tükenip hissizleşen, duyarsızlaşan, vicdanı nasırlaşan toplumlar... Hiçliğin kör kuyusuna yuvarlanan toplumlar... Yuvarlandıkça biraz daha tükenen, tükendikçe sahip olduğu bütün değerleri de tüketen toplumlar... Ve sonunda dünyayı kuyu ağzı kadar sanan, kuyunun dibindeki kurbağaya dönüşen toplumlar... Bir gün uygar ve vahşi dünyanın masasında bir kobay haline gelerek deney için parçalanacak kurbağaya... Bizler böylesi bir toplum modelinin neresindeyiz? İçinde mi, dışında mı? İçindeysek, başında mıyız, ortasında mı? Yoksa sonunda mı? Statlarında bir hiç uğruna, mezrasında, yaylasında terörist diye çocuklarını öldüren bir toplum nerede olabilir? Ölen çocuklarının arkasından bir kaç gün ağıt yakıp, sonra da unutan toplumu hangi kategoriye sokarsınız? Olan biten herşeyin sorumlusu muktedirlerin, hesap vermek yerine çözüm üretmeye soyunduğu toplumlar kuyunun dibinde midir, dışında mı? Yoksa deney masasında mı? Kendi çıkarları, hırsları, şöhretleri için futbolu bu ülkede tek değer ilan edip diğer tüm sporları yok edenlerin yarattığı terör ortamında, bu ülkenin bir olimpiyat ve dünya şampiyonu güreşçisi sessiz sedasız öbür dünyaya göçüverdi. O kadar sessiz sedasız ki, Yunus Emre’nin, “Bir garip öldü diyeler/üç gün sonra duyalar/soğuk suyla yuyalar/şöyle garip bencileyin” mısralarındaki gibi... Kimse duymadı. Çünkü duyuran olmadı! Dünyanın öbür ucuna, Meksika’ya gidip bu ülkeye bir olimpiyat altını kazandıran, ve sonrasında antrenörlük yaparak daha nice şampiyon güreşçiler yetiştiren Mahmut Atalay’ın ölüm haberini, FANATİK ve Sabah’ın dışındaki gazeteler tek sütuna bir kaç satırda duyurdu. TRT dışındaki televizyonlara haber bile olmadı. Atalay’ın ölüm haberlerinin toplamı, Fenerbahçeli Serhat’ın “suşi partisi” kadar yer kaplamadı gazetelerde!.. Tüm değerlerini yokederek köksüz kalan bu ülkede daha neden bahsediyoruz ki? Olimpiyat ve dünya kürsülerinin en üst basamağına çıkan, bayrağını göndere çektiren, istiklal marşını çaldıran, ülkesine gurur ve onur kazandıran bir sporcunun kaybı kimseyi ilgilendirmiyorsa, İstanbul’un olimpiyat adaylığı için milyonlarca dolar harcamanın ne anlamı olabilir ki? Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi gibi kurumlar, olimpiyat yasası gibi yasalar ne ifade edebilir ki? Olimpiyatlara gönderdiğimiz sporculardan başarı beklemeye bu şartlarda ne hakkımız var ki? Böyle bir ülkede, bir çocuk olimpiyat şampiyonu olmayı isteyebilir mi, düşleyebilir mi? Kendine böyle bir hedef koyabilir mi? Aileler, çocuklarını olimpik branşlara yönlendirebilir mi? Sonsuzluğa yolcu ettiğimiz bir olimpiyat şampiyonunun, bir futbolcunun düzenlediği suşi partisi kadar değerinin olmadığı, yankı bulmadığı, televizyonlardaki çaçaron kaynanalar kadar gündeme gelmediği bir toplum kendini tüketmemişse, ne yapmıştır?

YORUM YAZ