Bir zamanlar...

Haberin Devamı ›
Gazetelerdeki fotoğrafları, ayda yılda bir verilen posterleri, yamuk basılmış ucuz naylon kokulu minik bayrakları kovalayıp biriktiren ve gözü gibi bakan çocuklar Halep tribünlerindeydi. Terden ölseniz de yakıcı sıcakta dahi giymekte inat ettiğiniz, rengi sahadakilerin sırtındakiyle hiç alakası olmayan pazardan alınmış formalarıyla onbinlerce insan... Pazardan forma bulamadığı, alamadığı için herhangi bir sarı veya lacivert tişörtü, montu giyip evde yaptığı saç örgüsü ip demetini boynuna dolayanlar... Tribünden düşmemek için birbirine sarılanlar... 10, 20 yıl öncesinin fotoğrafı gibi. Sırtında Bolic, Aykut mu yazıyor diye beklerken karşınıza dikilen Alex. Yanlarında lisanslı formalı arkadaşlarıyla beraber. İçerideki şanslı kitlenin ne büyük tehlikeler atlatarak girdiğini tahmin edebiliyoruz. Kaç saat önce, ellerinde gazete kağıdından külaha doldurulmuş çekirdeklerle... İzdihamı, berbat organizasyonu ... 2 saatlik güvenlik ve bürokratik bekleme eziyetine nasıl içlerinden öfkelendiklerini... Ama bunun yüzlerine yansımasını engelleyecek kadar mutlu olduklarını da. Köfte kokuları bile burnumuza geliyor. Bu ülke sınırları içinde bizler de böyle büyüdük. Ekrana baktığınızda her şeyin mükemmelmiş gibi göründüğü, sunulduğu ömür törpüsü maç günleri... İçeride sabrı taşan kitleyi veya dışarıda kalanların isyanını göstermeyip, yerine devlet başkanlarının geleceğı boş yolu ekrana dayayan devlet televizyonu: “Yayınımıza teknik bir arızadan dolayı ara verdik, özür dileriz”! İki devlet başkanının fazla yer kaplayan ve o mekana ait değilmiş gibi görünen protokol tribünü... Süslü ama zevkli olmayan ağır mobilyalar... Etrafta panik halinde koşuşturan işgüzarlar...Maç sırasındaki gergin Zico’yu anlıyorum. Teknik direktör olsam, bu kadar stresli lig mücadelesinin ortasında hiç istemezdim böyle seyahati. Stada ulaşıp girmenin bile eziyet olduğu organizasyonu. Ama Brezilyalı işte. İsmi anons edildiğinde onbinler alkışlarıyla onu omzuna alınca yüzü o sıkıntıyı atıp kurtuldu. Gönül işiydi Fenerbahçe’nin yaptığı. Ağlamadan, sızlamadan, avanta istemeden gittiler. En azından yönetenler ve yorumlayanlarca tahammül edilmez hale sokulan futbol ortamımızdan uzaklaştılar. Ferahlama anı yakaladılar.İstanbul dışında, Anadolu ve ötesinde hâlâ çok farklı bir taraftarlık var. Hasreti yüzünden tutkusu ve sevgisi daha saf kalmış bir taraftarlık.