MENÜ

Hiç unutmam arkadaş!

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Bu anlamıyla, en değerli arkadaşlarımız oyun içinde bulduklarımızdır. En köklü beraberliklerimiz, mahallede en çok oynadığımız, onunla oynamaktan zevk aldığımız arkadaşlarla kurduklarımızdır. Ucuz şaraba katık olsun diye elimize geçirdiğimiz çoraplarla kaya diplerinden midye çıkarmak için imece yaptığımız, simitimizi bölüştüğümüzdür ‘arkadaş.’ Haksız bile olsa, kavga ederken onun tarafını tuttuğumuz, dayak yemeyi göze alıp kavga bitene kadar onun için dövüştüğümüzdür. Sonra hesabımızı aramızda görürüz, o ayrı... Mahalle maçında top taşın üstünden gitti ve gol olmadı diye itiraz edince çıkan kavgada ağzını burnunu kırdığımız ya da eşek sudan gelinceye kadar dayak yediğimiz ‘öteki mahallelidir’ arkadaş... Sonra yine maç yapabilmek için muhtaç olduğumuzu bildiğimiz ve kalbini, ısmarladığımız bir gazozla kazandığımızdır. Bütün bunları ve daha daha fazlasını bize hep ‘oyun’ öğretir. ‘Oyun’ her maçtan önce ve sonra kulağımıza fısıldar; ‘Arkadaşını sev, onu koru ve unutma.” Son maçta Beşiktaş tribünleri Rıza, Gökhan ve Zeki’yi çağırırken nedense bütün bunlar geçti aklımdan. Deliriyor muyum ne! Sanki tribündeki çocuklar, eski arkadaşlarını mahallede yeniden görmüş gibiydi. Mahallenin efendi ve ağırbaşlısı Rıza, sağa sola sendeler gibi yürüyen, kahkahaya uzak ama tebessüme yakın mahçup delikanlısı Gökhan, uzaklardan Bergama’dan gelip mahalleye yerleşen Zeki... Tribündekiler de, onlar da yıllarca birlikte oynamış, birlikte öğrenmişlerdi hayatı. Beni daha hüzünlendirip bir o kadar da sevindiren tribünde birbirine takılanlardı. Arkadaşını kızdırmak için biri bağırıyordu beş basamak aşağıdakine; “Derin Del Bosque’ci! Gitti adamın...” Biri ötekine “Del Bosque’yi gönderdiler ya, Kemal abi bu sezon artık maça falan gelmez” diyordu. Benim gibi “Derin Lucescu”cu biri için şahane örneklerdi bunlar. Biliyordum bu tip adamları tıpkı benim gibi çok seven birilerinin o tribünlerde olacağını. Ne de olsa Gordon Milne de, Lucescu da, Del Bosque de ‘bizim mahallenin’ çocuklarıydı. Aynı dili konuşmuyorduk ve belki birbirimizi yeterince anlayamıyorduk ama biliyorduk ki, biri Preston’daki, öteki Madrid’teki, diğeri Bükreş’teki ‘bizim mahalle’de büyümüştü. Halleri, tavırları, bilgileri, görgüleri, hayata karşı duruşları apaçık gösteriyordu ki, onlar bizdendi. Biz de onlardandık. Bu duygu değil mi, futbolu yerel bir eğlence olmaktan çıkarıp küresel bir bilgilendirmeye dönüştüren. Aynı duygu değil mi, bizi sadece mahallede olan bitenden değil, tüm dünyadaki problemlerden sorumlu tutan; kederimizi binlere, sevincimizi milyonlara katlayan. Bugün bütün arkadaşlarımız için Melike Demirağ’ın süper şarkısı ‘Arkadaş’ı bir yerlerden bulup dinleyelim. Olmadı, radyoları arayıp ‘istek şarkı’sı yapalım. Bir kadeh de rakı... Ne şık olur değil mi?

YORUM YAZ