MENÜ

Bir müddet Görüşmeyelim

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Hemen celallenip ‘şu tribünler olmasa, bu futbolu ne kadar da güzel idare ederdik’ boyutuna taşımayalım işi... Üç Büyükler, kendilerine ait stadyumları ‘arena’laştırdıktan sonra tadı - tuzu kalmamıştı bu işin zaten... Misafir seyirciye ayrılan bölümlerin yapısı da nasıl olsa ‘gelmeyin’ mesajı veriyordu. Ne oluyordu? 1000-1500 adet insan İstanbul’un bir yakasından karşıya geçmek ya da Mecidiyeköyü’nden Dolmabahçesi’ne taşınmak için sabahın köründe öbek olarak bir meydanda toplatılıyor, 24 saat önceden teyakkuza geçen koyu bir güvenlik çemberinde otobüsün içlerine tıkılıp, kamp esirlerine benzeyen görüntüler eşliğinde misafir olacakları stada taşınıyordu. Onların yolculuk esnasında hurdaya çevirdiği otobüslerin stat önüne gelişinde, karşılıklı taşlı sopalı mücadeleyi, seyircinin maç öncesi ısınma hareketleri olarak kanıksamıştık adeta. Ya içeri girerken ki eziyete, maç esnasında susuz - tuvaletsiz bırakılmalarına bir çözüm mü bulmuştuk sanki! Tribüne değil, kafesleştirilmiş bölmelere tıkılıyorlardı. Evsabihi taraftarın maçboyu tükürük, meşale, cep telefonu atakları karşısında, kafeste çırpınanların hali, bir futbol maçında takımını desteklemeye gelmiş bir gruba ne kadar fırsat tanıyordu ki... Bir de maç bittiğinde mağlupsan... Koca stat boşalıncaya kadar o tükürüklerin üzerinde kurumasını beklemek, anlatılabilir bir ıstırap mıydı? Yine eciş-bücüş otobüslere ve gecenin ertesi güne devrildiği saatte evine... * Ne oldu? - Kadıköy’e, İnönü’ye derbiye gittik.. * Ne bu üstün başın? Savaştan mı çıktınız? - Ne olacak ki... Her zamanki halimiz... * Peki, golleri kim attı? - Vallahi hiç bir şey göremedim ki! O arada bize meşale atanlara pet şişe sallıyorduk! Son karar, doğru karar... Orta çağ görüntülerinden, insana ait olmayan muameleden geçici olarak da olsa, muafız... Bir insanlık ayıbına son verildi. Madem misafir etmeyi ve misafir olmayı beceremiyoruz; bir müddet görüşmeyelim o zaman...

YORUM YAZ