Arama

Popüler aramalar

Tesadüfen

Abone OlGoogle News
Haberin Devamı

Türk Futbolu’nda hedeflerin ve vaatlerin sonu yoktur. Futbolun sermayesi vaatler üzerine kurgulanmıştır. Geleceği satarsınız, ekmeğinize bakarsınız, siyasetinizi yaparsınız. Gelecek geldiğinde “gömlek olmadı, pantalon verelim” der, işi yeni bir yakın geleceğe ihale edersiniz ki sistemin çarkları dönmeye devam etsin, “kifayetsiz muhteris” iktidar alanınıza kimse girmesin. Büyük usta Çetin Altan’ın dediği gibi “Türk’ün, Türk’e propagandası”dır ekmeğimiz. Seksen milyonluk ülkeden arka arkaya başarı yakalayabilen, devamlılığı olan futbol nesilleri üretemiyoruz. Arada tesadüfen ortaya çıkan başarıları veya değerlerimizi ise bir an önce iğdiş etme çabası içinde küçük bir dünyamız var. Bugün dünya standartları üzerinde yetişmiş kaç futbolcumuz, kaç gazetecimiz, kaç yöneticimiz var? Son 50 yılda Avrupa’nın en tepesindeki 20 kulübe kaç futbolcu ihraç etmişiz? Kulüp takımlarımız Romanya veya nüfusu neredeyse bizim 10’da 1’imiz kadar olan İsveç takımları kadar başarı elde edebilmiş mi?

Evrensel anlamda ne ürettik?
Kaç federasyon başkanımız, kaç kulüp yöneticimiz uluslararası platformlarda yaptığı işlerle bir yerlere gelebildi? Kaç spor yazarımızın uluslararası başarısı ya da bilinirliği veya prestiji var? Top yekün ne değer üretmişiz evrensel anlamda ki ne bekliyoruz gelecekten. Bir de hedef, planlama gibi beylik laflar ediyoruz. Türk futbolu bir avuç insanın yetersizliklerinin iktidarını oluşturduğu bir oyun alanı. İki-üç kulüp başkanı, üç-dört federasyon yöneticisi,yirmi-otuz futbolcu bir o kadar da medya mensubu etrafında dönen bir küçük dünyamız var, hepsi bu. Bu oyun alanını genişletmek, büyütmek kimsenin derdi değil, çünkü herkes kendini ve kapasitesini biliyor. İş, evrensel değerleri üretmeye gelince biliyorlar ki oyuncakları ellerinden gidecek. Küçük olsun onların olsun ,kimse kimseye dokunmasın, çünkü hepsi aynı masada yemekteler. (Sayın Özgener alınma, İstinye Park’takine gönderme yapmıyorum.)

Yabancı rantını kim yiyecek?
Uğur Meleke Azerbaycan maçından sonra Milliyet’te “hedef 2014 olmalı” diye yazdı. İşte asıl sorun burada başlıyor. Sportif anlamda başarılı nesli ömrünü tamamlamış, alt yapısı çökmüş veya hiç olmamış, yönetsel ve mali açıdan iflas etmiş bir ülkenin futbolu için 4 yıllık planlama ne kadar gerçekçi bir hedeftir? Yoksa her zamanki gibi hedef saptırma yapıp top mu çevireceğiz? Bu milli takım ne 2012’ye ne de 2014’e gidebilir. Evrensel futbol kriterlerinde böyle bir şansımız yok, olursa yine mucizelerle olur, hiç bir gerçeklik bizi oralara götüremez. Bugün 15-18 yaş aralığında olan yeteneklerimiz kendi kulüplerinde oynama fırsatı mı bulacaklar ki hedefi 2014’e iteliyorsunuz? Alt yapının önü açılınca yabancı transferi rantını kim nasıl yiyecek bu sorunun cevabını bulmadan Türk futbolunda geleceğe yönelik nasıl bir sportif planlama yapılabilir?

Hedeften önce sahip çıkın
Türkiye Futbol Federasyonu kendini seçen kulüplerin üzerinde mali denetim ve sportif üretim konusunda yaptırımlarını nasıl uygulatabilecek? Türk futbol medyası, bugün koruma altına aldığı Guus Hiddink’i kendi evinde yenerek Dünya 3.’sü apoleti takan Şenol Güneş gibi değerlerimize mi sahip çıkacak ki hedefimiz 2014 veya 2022 olsun. Bu ülkede futbol yönetsel gerçekçilikten, kurumsallıktan ve sürdürülebilirlikten uzak genelde tesadüfen yapılan bir iştir. Tesadüfen kulüp ya da federasyon başkanı olur, tesadüflere bağlı koltuklarımızda otururuz. Tesadüfen yetenekli futbolcu ve teknik adam çıkartır, tesadüfen onları yaşatırız. Tesadüfen başarılı transfer yapar, tesadüfen onları değerinin üstünde satarız. Tesadüfen Almanya’yı yener, tesadüfen Azerbaycan’a yeniliriz. Tesadüfen şampiyonalara katılır, tesadüfen başarılı oluruz. Tesadüflere ve mucizelere göre yazı yazar, eleştiri yaparız.