Kırık kalpler sokağı
Haberin Devamı ›
En pis skor demiştik 1-0 için ilk maçtan sonra... Maçın başında 2 gol bulsan bile son düdük çalana kadar diken üstünde ve yıpratıcı bir sinir harbi yaşarsın. Bir golle bitirsen işkence 30 dakika daha uzar.
Bu gerçek apaçık ortadayken, sanki maça çıkmadan önce, aklını ve ruhunu soyunma odasında emanete bırakmıştı Fenerbahçe. Ve aslında keşke anlatması bu kadar kolay olsaydı.
Avrupa’da olup olmamak maçıydı ama Kadıköy’ün temsilcilerinde buna dair bir yansıma yoktu.
Fenerbahçe’nin ‘ilk 45’ raporu, “topa sahipken abartılı, bir yere varmayan ve kontrolsüz bir pas gevezeliği ve sonunda rakibe ikram etme bonkörlüğü” şeklinde özetlenebilir. Rakipteyken de pozisyon almasını, doğru koşu yapmasını bilmeyen, savruk ve darmadağınık bir hali vardı. Ne topu, rakibi ve pozisyonu takip eden vardı, ne de rahatsız edip sıkıştıran. Yalnızlığa mahkum edilmiş iki adamdan Stoch’un mükemmel vuruşu ile Niang’ın insanüstü çırpınışları dışında ilk yarıda dişe dokunur bir şey yoktu. Emre’nin çaprazdan ateşlediği füze kara bulutları dağıtır, narkozdan uyandırır gibi oldu. Sonrası yine hiç. Fenerbahçe yeniden her skor tur atlamasına yetiyormuş havasına büründü. Müsibete davetiye çıkardı.
Annemizin Ligi’ndeki herhangi bir orta sıra takımından farkı olmayan rakibin buldukları ve kaçırdıkları akıllara zarardı. Gökhan’ın mucize hamlesi olmasa ‘uzatmalar’ bile hayaldi.
Fenerbahçe’nin düşürüldüğü duruma mı üzülmeli, yoksa Fenerbahçeliler’in azabının sona ermesine mi sevinmeli bilmem.
Kanarya’nın açmazlarını en güzel Minik Serçe’nin sözleri anlatıyor; “Ne yapsan olmuyor gözüm, terk etmiyor bizi hüzün...” Fakat o şarkının adı da yönetimin tavrıyla çelişiyor.