MENÜ

Korktum, hem de çok korktum

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Ancak Samsun maçında bunca yıldır gittiğim tribünlerde hiç bu kadar korktuğumu da hatırlamıyorum. Maça 15 dakika kala kombinenim olduğu “Kapalı Tribün G Kapısı” kuyruğundayım, ama içeri girdiğimde dakika 8.14’tü. Nedeni açık, tek biletle iki kişi girme gayreti... Yine kavga kıyamet, yine saçma sapan işler. Oysa birinci arama kapısından biletsiz olanları içeri almamak gibi basit bir uygulama, turnike önü krizlerini kökünden çözüyor, bu iyi biliniyor. Neyse, giriyoruz içeri. Ama o meşhur merdivenlere ulaşamıyoruz, çünkü merdivene çıkış ana baba günü. Üniversiteden arkadaşım Hayati Kurt, karısı Hülya, bir yaşına o gün giren ve siyah beyaz formasıyla ilk maçına gelen minik Ulaş öteki kapıdan dolaşıp yerimize geçiyoruz. “Ortalık gergin” demeye kalmadan küçük çaplı bir itiş kakış başlıyor. Polis birini yaka paça götürmeye çalışıyor, arkadaşları onu vermiyor... Derken ‘mini savaş’ başlıyor. Mevzuuyu sonra öğreniyoruz. Alınmaya çalışılan vatandaşın cep telefonu girişteki aramalar sırasında çalınmış. Vatandaş polise şikayet ediyor. Artık kim kime ne dedi, nasıl dedi bilinmez, sinirler geriliyor ve kavganın fitili ateşleniyor. Kavga büyüyünce oradaki üç beş polis arka koridora inmek zorunda kalıyor. Tam, ortalık yatıştı diye maça döneceğiz, bu kez 10-15 kişilik coplu kalkanlı bir polis grubu kapalı tribünün ortasına doğru hızla ilerliyor. Belli birini alacaklar. Ama bu kez direniş daha büyük ve ortalık hakikaten savaş alanına dönüyor. Yerlerde sürüklenenler, önüne gelene vuranlar, küfür kıyamet. O ara, babalar korkudan ağlayan çocuklarını ezilmesinler diye alt tribüne sarkıtmaya çalışıyor. Bir bakıyorum 5-6 yaşlarında iki küçük kavganın tam ortasında kalmış, birileri kollarından tutup bizim bulunduğumuz daha sakin bölüme getiriyor onları. Çocuklardan biri zangır zangır titriyor korkudan. Yerde bir başkası, yediği coplardan nefes alamıyor ve üzerinden habire birileri geçiyor. Çocuğu resmen çiğniyorlar. Yerlerde yuvarlanan polisler, alt alta üst üste insanlar. Herkes birbirine vuruyor. Nihayet omuzu fazlaca yıldızlı bir aklıselim komiser görünüyor ve duruma hakim olup polisleri çekiyor. Sonunda maça dönüyoruz. Dakika 31.02... O ana kadar sadece kavga izledim, penaltıyı bile göremedim. Bu basit olay bile, ‘tribün psikoloji’sinden anlayıp, toplumsal olayları yönetmenin ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Elbette her tribünde olduğu gibi Beşiktaş tribününde de ‘suça meyilli’ insanlar var. Ve bunlara karşı önlem mutlaka alınmalı. Ancak o heyecanlı kalabalıktan birini almak için en son yapılacak şey, 5-6 bin kişinin arasına coplarla operasyon düzenlemektir. İşte facia tam da burada çıkabilir, büyükler değilse de çocuklardan ezilenler olabilir. Oysa yöntem basit; kim alınacaksa tespit edilir, çıkışta nazikçe emniyete davet edilir. Böylece de küçük çocukların, kadınların ya da erkeklerin kavganın ortasında ezilip ölme riski sıfıra indirilir. Ben Pazar günkü maçta gerçekten de o iki küçüğe ve yerde ezilen gence bir şey olacak diye çok korktum. Daha berbatı Diyarbakır’da yaşandı. Fenerbahçeli taraftarların kafaları gözleri yarılırken merak ettim, “Bu kentte polis, adalet, hukuk yok mu” diye. Bu kadar zor mu dışarıdan taş atanları engellemek. Bu engellenemiyorsa malımızı, mülkümüzü, canımızı kim koruyacak? Biz bu ülkenin çocukları değil miyiz? Bizim de hakkımız değil mi, rahatça ve güvenli bir biçimde maç izlemek? Bunun için ne yapmamız gerekiyor, yalvarmaktan başka. Biraz daha özen LÜTFEN...

YORUM YAZ