Türkiye klasiği

Haberin Devamı ›
Türk Milli Takımı, hemen hemen her branşta moral motivasyonla oynuyor. Birinci şart hedef olması, baskı altında olmamız, moralimizin üst düzeyde olması. Bunların hiçbiri olmayınca, sahada da kötü bir Türk takımı oluyor. Zaten geçmişe baktığımızda da tarihimizde hiçbir Avrupa Şampiyonası’nda bir tane bile klasman maçı kazanamadığımızı görüyoruz.
Aslında 1999’a çok benzer bir şampiyona geçirdik. Orada da Haluk’un Fransa’ya attığı son saniye üçlüğü girmeyince yarı finalist olamamış, ardından kalan tüm maçları kaybetmiştik. Çeyrek finale kaldığımız 1997, 1999 ve 2009’da hep sekizinci olduk. Derece yaptığımız tek şampiyona var o da 2001 Türkiye...
Dün de maça iyi başlamıştık ama, Rusya inanılmaz üstü bir üçlük yüzdesi ile oynadı. İlk yarıyı 10/14, maçı da 16/24’le bitirdiler. Zouzilin 4/4, Monya 3/4, Fridzon ise 7/11’le üçlük attı. Biz de ise 24 sayı atan Ömer Aşık dışında çift hanelere ulaşan oyuncu yoktu. Sonuçta, yendiğimiz iki takımdan biri şampiyon, biri de ikinci oldu. Son topta kaybettiğimiz Slovenya ve Yunanistan ise 3 ve 4. sırada yer aldı.
Sadece Slovenya ve Yunanistan maçlarındaki son saniye üçlüklerinden biri girse, gerçekten bayram yapıyor olacaktık.
Bu takımın oynadığı basketbol, gösterdiği mücadele, ilk dörtte yer alan tüm takımlarla aynı seviyedeydi. Hakkımız madalyaydı.
Ama Yunanistan maçında kendi yaptığımız bir sürü saçma sapan hata, Slovenya maçına kötü başlamamız, diğer grupta yaşanan sürprizlerle yolumuzun zorlaşması, Hidayet’in tüm iyi niyetine rağmen ikinci turdan itibaren beklenen katkıyı hiç verememesi, olmayacak bir sürü şeyin olması sonucu dışarıda kaldık.
Tahmin ettiğimiz gibi, bu takım ilk 6 maçı takım gibi oynadı, mücadele etti, üst seviyede savunma yaptı, başarmaya da ramak kalmıştı ama olmadı. Kaybedeceksek böyle kaybedelim. Geçmişte olduğu gibi utanarak, ezilerek değil...