Carlo Ancelotti konuştu, Arda Güler'in annesi hıçkıra hıçkıra ağladı! Milli futbolcu yazdığı mektupla her şeyi anlattı: Real Madrid, Fenerbahçe, Mesut Özil, Vitor Periera...
08 Mayıs 2025, Perşembe 19:37Güncelleme Tarihi:
Real Madrid'in yıldızı Arda Güler, "Güzel ülkemin güzel çocuklarına" başlığını verdiği mektupta olan biten her şeyi anlattı. Fenerbahçe dönemine, Real Madrid'e transfer sürecine ve Carlo Ancelotti ile ilk görüşmesini anlatan 20 yaşındaki süper solak, babasından ve annesinden de çarpıcı bir şekilde bahsetti. İşte Arda Güler'in mektubu...

'SİZE HİKÂYEMİ ANLATMANIN ZAMANI GELDİ'
The Players Tribune için hikâyesini yazan Arda Güler'in anlattıklarından önemli ve çarpıcı kısımlar şu şekilde: "Güzel ülkemin bütün çocuklarına: Size hikâyemi anlatmanın zamanı geldi. Bütün hikayemi. Bir futbol ülkesi olarak geleceğimiz hakkında çok düşünüyorum. Yolculuğumun bazılarınıza ilham vereceğini ve Türkiye’deki kız ve erkek çocuklarına, her şeyin mümkün olabileceğini gösterebilmesini umuyorum.

'BABAM NİYE Mİ İFLAS ETTİ? FUTBOL!'
Ben varlıklı bir ailede büyümedim. Bir futbolcunun oğlu değilim. Ankara’da bir apartman binasının birinci katında büyüdüm. Annem ev hanımıydı ve babam da yeni iflas etmiş bir dükkan işletiyordu. Niye mi iflas etti? Aslında Türkiye’de sorulan 100 sorudan 99’unun cevabı bu. Futbol.

'BABAM SAYESİNDE, DOĞDUĞUM ANDAN İTİBAREN FENERBAHÇELİYDİM'
O (Arda Güler'in babası) sadece bir Fenerbahçe taraftarı değildi, adeta Fenerbahçe’yle yaşıyordu. Hep, ‘Bizim damarlarımızdaki kan sarı-lacivert akar' derdi. Bir defasında biz derbide gol atınca, koltuktan öyle bir fırladı ki tavandaki lambayı kırdı. 2010’da son maç şampiyonluğu kaçırdığımızda ise, sinirle bir kutuya tekme attı ve ayağını incitti — tam bir çizgi film karakteri gibiydi. Babam sayesinde, doğduğum andan itibaren Fenerbahçeliydim. Neredeyse kelimenin tam anlamıyla.

'OĞLUM, DÜKKANI KAPATMAMIZ GEREKİYOR...'
Okulda Mahmut adında bir beden eğitimi öğretmenimiz vardı. Ben dokuz yaşındayken, bir gün babama beni Gençlerbirliği Akademisi’ne yazdırması gerektiğini söyledi. Babam buna hayır dedi çünkü oraya her gün gitmek bir saatlik yol demekti. Ama Mahmut Hocam bende bir şey görmüştü ve babamı ikna etti. Babam beni her gün idmana götürmeye başladı, bu onun için saatler süren bir işti. Bu sırada dükkan, ortağına emanetti. Ne olduğundan emin değilim ama bir gün babam beni bir kenara çekti ve “Oğlum ….. Dükkanı kapatmamız gerekiyor.” dedi. İflas etmiştik.

'FENERBAHÇE BENİ İSTEDİ, AMA PARAYA İHTİYACIMIZ VARDI'
Bir süre sonra, babamlar yeni bir dükkan açtılar. Bu durumumuzu hafifletti ama birkaç sene sonra Fenerbahçe beni istediğinde, aklımızda sadece futbol vardı diyemem. Paraya ihtiyacımız vardı. Karar vermemiz üç ay sürdü, çünkü böyle bir karar insanın tüm hayatını değiştirir. Ben 13 yaşındaydım, annem ve babam evden uzaklaşmamı istemiyordu. Benim hayalim Fenerbahçe’de oynamaktı ama bunun aynı zamanda çok riskli ve büyük bir karar olduğunun farkındaydık. İleride profesyonel bir futbolcu olacağımdan kimse emin olamazdı. Sonunda babam 'Boğulacaksan büyük denizde boğul' dedi. Bu da İstanbul demekti.

'GUSTAVO 80 KİLO, YA BEN? BİR DERİ BİR KEMİK!'
Bir gün, Fenerbahçe beni A takım hazırlık maçına çağırdı. O zaman 15 yaşındaydım. A takımı ile antrenman bile yapmamıştım. Büyüklerin ne kadar güçlü olduğunu gördüğümü hatırlıyorum. Luiz Gustavo… 80 kilo ve tamamen kas. Ya ben? Hiçbir şey. Bir deri, bir kemik…

'PEREIRA DÖNDÜ VE ARDA HAZIRLAN DEDİ!'
Sanırım Ağustos 2021'di ve Vítor Pereira beni ilk kez HJK Helsinki maçı için kadroya aldı. Takımda çok sakat oyuncu vardı ve ikinci yarı Filip Novak oyundan çıkmak zorunda kalınca, Pereira hocamız yedek kulübesine döndü ve elinde kalan üç oyuncuyu gördü. Birincisi kaleciydi. İkincisi de kaleciydi. Üçüncüsü ise top toplayıcıya benzeyen 15 yaşında bir çocuktu. 'Arda, hazırlan.' Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki. PlayStation'da titreyen şey sadece kumanda, gerçek hayatta ise tüm vücudun titriyor! Sahaya çıktığımda nasıl olduysa kendimi daha sakin hissettim ve sonra defterimdeki ikinci hayali hatırladım: Fenerbahçe için bir frikik golü atmak. Tüm hayatım boyunca bunları atıyordum.

'SOSA NEDEN KULLANMANA İZİN VERMEDİ?'
Kısa süre sonra ceza sahası dışından bir serbest vuruş kazandık, ama bunun Arjantinli usta José Sosa’ya ait olduğunu biliyordum. Sosa’yla serbest vuruşu kimin kullanacağı konusunda tartışamazsın, deli değilsen tabii. Ama belki de deliydim. Onun yanına yazıldım, vurmaya hazırdım. Sanırım biraz şok olmuştu. O Türkçe bilmiyordu, ben de hiç İspanyolca bilmiyordum. O yüzden İngilizce “Vurabilir miyim?” dedim. Sosa bir şey demedi. “Ben mi? Yoksa sen mi?” dedim. Sosa, “………..” “BEN? SEN?” Birden bire taraftarların hepsi 'uuoooooooooo' dedi. Stadyum kamerası yüzüme kadar zum yapmıştı. Dudaklarımdan serbest vuruşu kullanmak istediğim okunuyordu ve sanırım cesaretim hoşlarına gitti. Ama ya Sosa Abi? Başrol hala oydu. Serbest vuruşu o kullandı. Kaçırdı. Ama o anı ve taraftarların tepkisini hiç unutmayacağım. Maçtan sonra stadyumun dışında annemle babamı gördüm. Annem ağlıyordu. “Arda, başardın.” Babam konuşmadı. Keskin bir bakışı vardı, kulaklarından dumanlar çıkacaktı adeta. “Baba, sevinmedin mi?” diye sordum. “Sosa…… neden kullanmana izin vermedi??” “Ama baba…..” “Sen vursaydın gol olurdu, eminim!”

'G.SARAY OLMADAN F.BAHÇE OLMAZ'
Galatasaray olmadan Fenerbahçe olmaz – Bu sonsuz bir rekabet ve bir o kadar da bitmeyen bir dostluk. Ama eğer Fenerbahçeli biriysen, Galatasaray’a dair her şeyin karşısında olursun. Bu böyledir.

'BANA EN ÇOK ŞEY ÖĞRETEN OYUNCU MESUT ÖZİL'Dİ'
Sırada üçüncü hayalim vardı: Fenerbahçe’nin 10 numarası olmak. Bunun olabileceğini hiç düşünmemiştim, çünkü forma Mesut Özil’e aitti. Bana en çok şey öğreten oyuncu oydu ama ilk üç ay onunla konuşmaya bile cesaret edemedim. Çok utangaçtım. O, koridorda yanımdan “Arda, kolay gelsin” deyip geçerdi. Sadece önüme bakıp, “Tamam” derdim. O da “Arda, iyi misin?” derdi. Ben de “Evet, evet.” derdim.

'10 NUMARAYI GİYMEK, KUPA KAZANMAK GİBİYDİ!'
Özil 2022’de Fenerbahçe’den ayrıldığında, formanın yeni transferlerden birine verileceğini düşündüm. 17 yaşındaydım ve bir kral tacı nasıl isteyemezse, 10 numarayı da isteyemezdim. Ama yönetim kurulu üyeleri bana, “Arda, forma senin… ama sadece onu giymeye cesaretin varsa,” dediler. Bunu düşünmek tam tamına bir saniyemi aldı. “Alıyorum.” O formayı ilk kez giydiğimde... Bunu nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Sadece Alex’in ayak izlerinden gitmiyordum. Tüm takımın ve milyonlarca taraftarın yaratıcı sorumluluğunu üstleniyordum. Bu bir ayrıcalıktı. Bir onurdu. Bir hayaldi. Arda Güler, Fenerbahçe’nin 10 numarası. Neredeyse kupa kazanmak gibiydi. O formayı giydiğimde kendimi yenilmez hissediyordum.

'ARDA, REAL MADRİD...'
Türk millî takımına çağrıldım. Sonraki aylarda, transfer teklifleri ardı ardına gelmeye başladı. Ama beni gerçekten heyecanlandıracak bir teklif almadıkça onları duymak istemedim. Sonra Haziran’da, babam yeni bir teklif hakkında benimle konuşması gerektiğini söyledi. Ben de, "Baba söylediğim gibi eğer beni heyecanlandırmayacaksa duymak istemiyorum..." O da, "Arda ...." dedi "Efendim?" "Real Madrid."

'ANCELOTTI İLE GÖRÜNTÜLÜ GÖRÜŞMEM OLDU'
Real Madrid... Dördüncü hayalim. Bu kadar hızlı olmuş olmasına inanmak gerçekten zordu. O yaz, babamla ben, gitmem için çok erken olup olmadığı konusunda uzun uzun konuştuk. Aslında olay çok karmaşıktı, çünkü başka birçok teklif de vardı ve ne yapacağımı karar vermek zordu. Ama sonra Sayın Carlo Ancelotti ile görüntülü bir görüşmem oldu.

'ARDA, BÜYÜK BİR GELECEĞİN OLACAK'
Ekranımda numarası belirdiğinde ve video yüklenirkenki o anı hiç unutmayacağım... “Merhaba, Arda. Nasılsın?” O da tatildeydi. O an o kadar gerçeküstüydü ki, detayları hatırlamakta zorlanıyorum ama sanırım o, Hawai gömleklerinden birini giymişti, güneş gözlükleri vardı ve galiba bir puro içiyordu. "Arda, burada büyük bir geleceğin olacak. Belki ilk yıl değil, ama fırsatların olacak. Modrić ve Kroos çok yaşlanıyorlar, seni orta sahada oynatabiliriz.

'ANNEM AĞLAMAYA BAŞLADI'
Adımı Modric ve Kroos ile yan yana duymak gerçeküstüydü. Konuşamadım. Sonra dedi ki, "Arda, Madrid'e geleceğine söz ver. Söz ver, söz ver, söz ver." Ben de dedim ki, "Tabii ki, efendim." O da dedi ki, "Yakında konuşuruz. Şimdi eşimin yanına gitmem gerek." Hahaha. Ancelotti uzatmaları oynuyordu. Telefonu kapattığımda, babama baktım ve karar verdik... "Eğer boğulacaksan..." "Büyük denizde boğul." Bir Real Madrid oyuncusu olarak tanıtıldığında, bu bir düğün töreni gibidir. Sözleşmen altı yıllıktır, ama amaç bir ömür boyu birlikte olmaktır. Ailemle birlikte oturuyordum, annem ağlamaya başladığında, gözyaşlarını sildim ve yanağından öptüm.

'ARDA, BU RAUL!'
İlk baştan beri Ancelotti, benim için bir baba gibi oldu. Ama komikti çünkü her konuda benimle şakalaşırdı ve ben hala dünyanın en büyük kulübünü kavramaya çalışan, gözlerini açmış bir çocuktum. Ne zaman ciddi olup olmadığını anlayamıyordum. Bir gün Ancelotti dedi ki, "Raúl, Castilla'nın teknik direktörü. Eğer onu görürsen selam ver. Raúl'u tanıyorsun, değil mi?" Tabii ki Raúl'ü tanıyorum. O kaptandı, Madrid tarihinin en fazla gol atan oyuncusu, yaşayan bir efsane. Ertesi gün antrenmandan sonra, bir adam yanımıza geldi. Ancelotti dedi ki, "Arda, bu Raúl.

'TAMAM ÖZÜR DİLERİM, GERÇEKTEN RAUL!'
Ama şöyle bir durum var ki, bu efsanelerden birini ilk kez canlı olarak gördüğünüzde, bu durum gerçek değilmiş gibi geliyor. Sahte gibi. Raúl, Real Madrid'de oynadığında dönemde onu izlemek için çok gençtim. Sadece YouTube'da görmüştüm. Ancelotti gülümsedi ve kesin yine benimle dalga geçiyor, diye düşündüm. ''Hadi ama, efendim. Kusura bakmayın, ama bu Raúl olamaz.'' Ancelotti'nin gülmesini ve ''Aferin'' falan demesini bekliyordum ama bana ciddi bir bakış atıp, ''Ne demek Raúl değil?'' dedi. Sonra Raúl bana dönüp, 'Ben Raúl González. Tanıştığımıza memnun oldum.' dedi. Ben de 'Hayır, değilsiniz. Hadi ama.' dedim. Duyduklarına inanamadılar. Birkaç dakika böyle devam ettikten sonra Ancelotti, Toni Kroos'u çağırdı. “Toni, bu Raúl mu?” “Nasıl yani? Tabii ki.” Hâlâ inanamadım. Bu büyük bir şaka. Beni kandıramayacaklardı. Sonra Modrić’i çağırdı! “Luka, bu Raúl mü?” “Tabii ki, Raúl.” O an korkmaya başladım. Hatta Raúl bile bana bakıp, “Tabii ki Raúl.” dedi. Telefonlarından Raúl’ün resimlerini göstermeye başladılar. Nihayet pes ettim ve dedim ki, “Tamam, özür dilerim. Gerçekten Raúl’sünüz. Tanıştığımıza memnun oldum, efendim.” Herkes Türkiye’den gelen çocuğa gülüyordu. Hatta Ancelotti bile. Eve gidip aileme ne olduğunu anlatınca, bana bakıp, “Arda ........... çok salaksın.” dediler Bu, Real Madrid’deki ilk haftamdı.

'BANA GÜNAYDIN ABİ DEMEYE BAŞLADILAR'
Geldiğimde, David Alaba ve Toni Rüdiger’in aslında biraz Türkçe bildiklerini öğrendim. Berlin ve Viyana’da Türk göçmenlerle büyümüşler. Alaba, büyük bir Galatasaray taraftarı. Courtois, Arda Turan’la oynadığı için o da bazı kelimeleri biliyor, tabii ki kötü olanları. Ama garipti çünkü, Türkiye’de biz büyüklerimize saygıyla hitap ederiz. “Abi” deriz ve bu kelime aslında “büyük kardeş” demektir. Kültürümüze işlenmiş bir şey bu. Modrić’e sadece “Luka” demek benim için mümkün değildi. O, babam olabilecek yaşta, anlıyor musunuz? O yüzden “Merhaba Luka Abi” derdim. Eee... Alaba ve Rüdiger bunun herkes, hatta benim için bile geçerli olduğunu düşündüler. Bana da “Günaydın, Abi” demeye başladılar. İsim tutmuştu ve artık değiştirmek için çok geçti. Resmen soyunma odasındaki en genç abi, Arda Abi oldum.

'HEY ARDA, TAM SENLİK POZİSYON!'
Genellikle bir kulübe, büyük bir gol attığında ya da belirleyici bir pas verdiğinde oraya “vardığını” hissedersin. Benim için o an aslında, ceza sahası dışında bir frikik kazandığımızda geldi ve ben o an yedek kulübesindeydim. Modrić bana döndü ve dedi ki, “Hey Arda, bu tam senlik bir pozisyon.” Böyle küçük şeyler gerçekten çok değerli. Yakın zamanda başka bir maçta, ilk yarı sonunda gerideydik ve Modrić bana, "Hazırlan, oyuna girmelisin." dedi. Bu efsane, tüm zamanların en iyi orta saha oyuncularından biri ve şimdi benim maçı çevireceğime güveniyordu. Çok etkilenmiştim.

'ŞAMPİYONLAR LİGİ KUPASINI KALDIRMAK İSTEMEDİM'
Türk halkının Real Madrid’in her maçında oynamamı istediğini biliyorum. Ben de istiyorum, ama sabırlı olmam gerektiğini biliyorum. Ancelotti bana dünyanın en iyi orta sahalarından biri olabileceğimi söylüyorsa, bu benim için kulübün bir planı olduğu anlamına geliyor. Ama yedek kulübesinde olmak kolay değil. Şampiyonlar Ligi'ni kazandığımızda, aslında kupayı kaldırmak içimden gelmiyordu, çünkü sahada çok fazla katkıda bulunmamıştım. Bu yüzden Ancelotti Cibeles’te bana mikrofonu verdiğinde çok utandım. Otobüsün tepesine çıkmayı planlamıyordum, çünkü gerçekten çok yorgundum. İki arkadaşımla mesajlaştığımı hatırlıyorum, “Neredesin? Seni göremiyoruz.”

'MODRIC BANA MOURINHO'NUN F.BAHÇE'YE GİDİP GİTMEYECEĞİNİ SORUYORDU'
Aşağıda Kroos ve Modrić ile konuşuyordum, ve Modrić bana Mourinho'nun Fenerbahçe'ye gidip gitmeyeceğini soruyordu. Arkadaşlarım ise, “Kafayı mı yedin?? Şampiyonlar Ligi'ni kazandın! Çık kutla!” diyordu. Ben böyleyim işte. Bir şampiyonluk kazanmak yeterli değil. Onu hak ettiğimi hissetmem gerekiyor. Bu yüzden Avrupa Şampiyonası farklı hissettirdi. Gürcistan’a attığım golden sonra telefonum patlayacaktı. Beğeniler. Takipçiler. Mesajlar. Tebrikler. Çılgınca. Portekiz ile oynayacağımız maç için biraz heyecanlıydım. Maçtan sonra Ronaldo’nun benimle konuşmasını umuyordum çünkü ona çok saygı duyuyorum. O gün, Marca bu manşeti bastı: “ARDA, CRISTIANO’YA MEYDAN OKUYOR” Eyvah, olamaz...

'ARDA GÜLER DE KİM DİYORLARDI! ŞOKE OLDUM...'
Gerçek şu ki, Cristiano ile aynı sahayı paylaşmak benim için büyük bir onurdu. The Last Dance belgeselini izlediniz mi? Cristiano, aynı Michael Jordan gibi. Böyle bir manşet onun için motivasyon kaynağıdır. Portekiz maçı 3–0 kazandı ve Cristiano maçtan sonra kimseyle konuşmadı. Birkaç gün sonra onun nasıl hissettiğini anladım, çünkü stada giderken otobüste bir video gördüm. Bir grup Avusturya taraftarı vardı. “Arda Güler de kim *****?” diyorlardı. Şoke oldum. Neden biri benim hakkımda böyle bir şey söyler ki?

'HAKKIMDA KÖTÜ MÜ KONUŞUYORSUN, SENİ EZER GEÇERİM!'
Ama sonra Jorge Jesus’un Fenerbahçe’de haftalarca beni kadroya almadığında yaşadıklarımı hatırladım. Bir gün frikik çalışması için iki takım dizdi, ama ben hiçbirinde yoktum. Tek başıma köşe vuruşu çalışıyordum. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu, eve geldiğimde o kadar çok ağladım ki. Bir daha asla bu duyguyu hissetmeyeceğime dair kendime söz verdim. İnsanlar beni yaratıcı bir oyuncu olarak görüyor ama ben aynı zamanda bir savaşçıyım. Beni yedeğe mi çekiyorsun? Daha çok çalışırım. Hakkımda kötü mü konuşuyorsun? Seni ezer geçerim. O Avusturya videosunu izlediğimde, Michael Jordan moduna geçen bendim. Maçta sürekli bana karşı tezahürat yaptılar. Üstüme bira bardakları fırlattılar. Mükemmel. İkinci golümüzün asistini yaptığımda, Avusturya taraftarlarına döndüm.

'RÜDİGER'DEN ÖFKE ÖVGÜSÜ ALDIYSAN...'
Rüdiger, tutkumu ve öfkemi fark ettiğini söyledi. Rüdiger‘den öfke övgüsü aldıysan, iyi yoldasın demektir. Fenerbahçe’de genç bir oyuncuyken bile takım arkadaşlarıma sürekli direktif verirdim. Kendimi tutamam. Susarsam kötü oynarım. Lider olmak istiyorum, kornerleri ve frikikleri hep ben kullanmak istiyorum. İsterseniz Sosa Bey’e sorabilirsiniz. Real Madrid’de oynamak aslında kolay. Biliyorsun ki Modrić koşunu görecek. Vinícius, kötü bir pası bile güzel gösterecek. İspanyolca öğrenmek, kültüre uyum sağlamak ve ayaklarının devamlı yere basması asıl zor olan şeyler. Bu yüzden ailemin beni her ay ziyaret etmesi, bir de annemin hâlâ odanı topla demesi çok iyi oluyor. Hep, “Futbolcu olmasaydın, başın büyük dertte olurdu.” der. Neyse ki buzdolabı dolu.
