Haftanın filmlerini Abbas Bozkurt yazdı: Tek başına uluyanlar

Bir şekilde topluluk dışında kalarak yaban hayata ayak uydurmaya çalışan, “kurtlar tarafından büyütülen” çocukların öykülerine bu topraklarda hayli aşinayız. Yalnızca Tarkan ve onun “atıl kurt” nidasıyla çağırdığı sadık dostundan bahsetmiyoruz elbette. Göktürk söylencelerinde ve Doğu efsanelerinde sıklıkla karşılaştığımız bu insan-yabani hayvan dostluklarının Batı mitolojisinde de pek çok karşılığı var. Roma mitolojisinden Nordik efsanelere kurtlar nedense doğanın yabanıl ama bir yandan da bağ kurulabilen niteliğinin bir simgesi olagelmiştir hep. “Kurtlarla koşan” çocuklar, medeniyet ve doğa çatışmasından kendilerini kurtarıp evrenin bilgeleri olurlar bir bakıma. Hayvanların ve doğanın sesini duyabilirler sanki... Buzul çağında geçen, öyküsü kadar görsel efektlerine ve muhteşem teknik özelliklerine de güvenen filmimiz ‘Alpha Kurt’ da, kurtlarla ilgili bu türden efsaneleri temel alan büyük bütçeli bir yapım. İnsanların tarih öncesi atalarının her an ölümle yüz yüze geldiği, kabileler halinde yaşayıp bufalo avladığı bu dünyada doğanın hiçbir canlıya karşı merhameti yok. Keza canlıların da birbirlerine pek merhamet beslemediği kesin. Bir av sırasında ailesinden ayrılmak zorunda kalan Keda’nın karlar içindeki yaşam savaşıyla başlıyor film. Akla hemen Leonardo DiCaprio’nun ‘The Revenant’ta buz gibi bir soğukta yaban hayvanlarıyla didiştiği sahneler geliyor. ‘Alpha Kurt’ elbette ‘The Revenant’ kadar iddialı bir film değil. Keda’nın büyüme öyküsünü ve yaralı bir kurtla acımasız bir ortamın içinde kurduğu yıkılmaz bağı anlatan filmi, estetik olarak hayli parlak ancak çok sert olmayan, ailecek izlenebilecek bir macera filmi olarak da görmek mümkün. Morgan Freeman’ın anlatıcı ses olarak ‘Alpha Kurt’un tadını tuzunu arttırdığını da söyleyebiliriz.

Filmin Künyesi

Transit

Nazilerin elinden kaçan Anna Seghers’in hayatından izler taşıyan ünlü romanı Transit, II. Dünya Savaşı döneminde geçen en ilginç öykülerden birine sahip. Alman sinemasının usta ismi Christian Petzold’un romandan uyarladığı film de en az bu roman kadar ilgiyi hak ediyor. Film, Fransa’ya kaçmak için bir yazarın kimliğine bürünen Georg adlı karakter ile Georg’un bir nevi kimliğini çaldığı bu yazarın karısı Marie’nin yollarının kesişmesi üzerine kurulu. İki yaralı ruh ve savaş döneminin yarattığı manevi tahribat... Festival filmlerini takip edenler için haftanın kaçırılmayacak yapımı!