MENÜ

Gelecek, gelmiyor!

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Dev bir koşu bandının üzerinde zincirlenmiş gibi yaşıyoruz hayatı... Zemin ayağımızın altından durmaksızın kayıyor. Biz ise yerimizde sayıyoruz! Zaman mefhumu bizim için hiç bir şey ifade etmiyor. Geçmiş peşimizi bırakmıyor, gelecek ise bir türlü uğramıyor bu yakaya! Ne zaman geleceği de bilinmiyor. O güzel yarınlar, uzak bir umman ülkesi gibi uzak bize! Bugünün dünden farkı yok. Tıpkı yarının da olmayacağı gibi. Hep aynı sığlıklar, aynı aşşağılık oyunlar, aynı düşmanlıklar, aynı akıl tutulması...
Kavanoz dipli dünyanın içinde dönüp dolaşan haşereler gibiyiz. Kendi fasit dairemize hapsolmuş, çaresizce çırpınıp duruyoruz. Lakin çıkış yok! Bütün çıkışlar kapatılmış! Üstelik kendi ellerimizle! Çıldırmış, gözü dönmüş, önüne geleni kesip, biçen “Amok Koşucusu” gibi olmuşuz her birimiz. Birbirimizi yok edecek bütün silahlarımızı kınından çıkarmışız. Ortalık kin ve nefretten geçilmiyor. Yalan, riya, iftira, tehdit, şantaj hayatımızın vazgeçilmez unsurları olmuş. Barış, hoşgörü, sevgi ve saygı gibi kavramların kanı çekilmiş. Gözler kör, gönüller çorak. Ömrümüze sis, pus çökmüş. Karanlık içimizde!

Hasan Doğan ölümüyle bizi silkeledi ama...
İşte böyle zamanlarda; tam da bu zamanlarda akil adamlara her şeyden daha çok ihtiyacımız oluyor. Onların insan sıcaklığına, onların ışığına, onların birleştiriciliğine, onların sevgisine, onların tevazuuna hava gibi, su gibi gereksinim duyuyoruz. Ancak ne var ki, tam bulduğumuzu sandığımız anda bir sabun köpüğü gibi uçup gidiyorlar. Bizleri sığ dünyamızla baş başa bırakarak... Tıpkı geç bulup, erken kaybettiğimiz Hasan Doğan gibi. Yaşamının son günlerinde dürüstülüğüyle, insanlığıyla, coşkusuyla, naifliğiyle, duygusallığıyla sessizce içimize işleyen Hasan Bey, her güzel insan gibi son yolculuğuna çıkarken bizi silkeledi. Manasız çekişmelerin ne kadar boş olduğunu, bir kez daha tokat gibi yüzümüze çarptı. Hayattayken farkına varmadığımız bütün değerlerimiz gibi, o da ölümüyle dostu, düşmanı aynı musalla taşının önünde, aynı safta, aynı acıda, aynı duyarlılıkta buluşturdu. Yalnız bununla kalmadı Hasan Doğan. Geride bıraktığı aile fotoğrafıyla da her kesime önemli mesajlar verdi. Uğraştığımız klişelerin ne kadar saçma ve anlamsız olduğunu gözümüze soktu.
Ders alacak mıyız? Sanmıyorum. Belki bir kaç gün, belki bir kaç hafta, belki bir kaç ay Hasan Bey’in yasını tutacağız. Sonra tekrar özümüze döneceğiz. Çeşitli simgeler, iksir sloganlar kullanarak düşmanlıklarımızı, birbirimizi yok etmeyi sürdüreceğiz. Çocuklarımızın yarınlarının üzerine kanlı iktidarlar bina edeceğiz. Kaldığımız yerde kala kalacağız.
Ve bir gün, içimizi böylesine yakan Hasan Doğan’ı da unutacağız. Ölüm yıldönümlerinde mezarı başında sadece bir kaç seveni olacak. Tıpkı Barış Manço’da, Kemal Sunal’da olduğu gibi... Çünkü biz buyuz. Dün de buyduk, bugün de buyuz, yarın da bu olacağız.
Bu, geleceği olmayan toplumların değişmez yazgısıdır...

O otel ambulans bulundursaydı...
Hasan Doğan’ın en hazin görüntüsü, hiç kuşkusuz yerde yatarken çekilmiş fotoğrafıydı. Otel doktoru ile Belçikalı bir doktorun derhal müdahale etmesine, hastaneye kısa zamanda yetiştirilmesine rağmen Hasan Bey kurtarılamadı. Özel Bodrum Hastanesi’nden konuyla ilgili şu açıklama yapıldı: “Hasan Doğan 18.47’de fenalaştığı sırada otelde kalan Belçikalı doktor Ivan Clause, Dr.Cem Yazıcı ve iki hemşire ile sağlık memuru anında müdahalede bulunmuştur. Saat 18.48’de ise hastaneden ambulans talep edilmiştir. Hastaneye 12 kilometre uzaklıktaki otele ambulans 11 dakika içinde ulaşmıştır. Sağlık ekibi tarafından hemen gerekli işlemler uygulanmıştır. Saat 19.07’de otelden hareket eden ambulans, hastanemize 19.15’te ulaşmıştır.”
Hasan Doğan’ın ülkemizde pek alışık olmadığımız bir hızda hastaneye yetiştirildiği anlaşılıyor. Ancak fenalaşması ile hastaneye yetişmesi arasında 28 dakika var. Bu bir kalp krizi için çok uzun bir zaman. Bu durumda insanın aklına ister istemez şu geliyor: Beş yıldızlı otelde tam donanımlı bir ambulans bulunsaydı, acaba Hasan Bey kurtarılabilir miydi? Başta şok aleti olmak üzere, ambulanstaki diğer tıbbi cihazlar sayesinde Hasan Doğan’a daha doğru müdahalede bulunulmaz mıydı? Ve daha hızlı hastaneye yetiştirilemez miydi? Yüzlerce insanın kaldığı, bir o kadarının da hizmet verdiği bu tür tesislere ambulans bulundurma zorunluluğu getirilmesi gerektiği düşüncesindeyim.

YORUM YAZ