MENÜ

Keşke (2) !

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Evet program Türkçe, altyazı İngilizce ! 1970’lerin Pazar sabahlarında, o günlerin yegane televizyon kanalı olan TRT1’de, Hikmet Bey’in sunduğu bir klasik müzik programı vardı…23 Nisan’a denk gelen bu programda özlediğimiz fevkalade bir Türkçe ile “Metropolitan Operasına Bir Bakış” (A look-in at the NY Metropolitan) isimli bir belgeseli tanıtıyordu. En görkemli opera binalarından biri olan Metropolitan’ı doldurmuş çocuklar, aralarında Jose Carreras ve Beverly Sills gibi onca sanatçıdan bu sanatın seçkin örneklerini izliyor ve dinliyorlardı. Sunucu ise müthiş bir komedyen olan Danny Kaye. Tabî o olur da sululuk olmaz mı ? Gırla. Gülmekten katılıyorsunuz. Bu programı izleyen bir çocuğun operaya ilgi duymaması imkansız. Keşke TRT, arşivlerinden bulup oynatsa…Sevgili Fahri İkiler kitabından zaman bulup buna önayak olsa ?

Keşke gazete patronlarının çocukları tenise kapılsa da bu sporun özüne inen ve faydalarını anlatan esaslı bir röpörtaj çıksa. Çıktığında sporcularımız toplumda tenise ilgi uyandıracak beyanatlar verebilseler ! İlginçtir, tenis dünyasının bilhassa dişi mensupları medya sözkonusu olunca tenis hakkında konuşmak yerine kendilerini olmadıkları gibi göstermeyi yeğliyorlar. En frapan giysileri, ince topuklu (stiletto) ayakkabıları, müthiş bir makyaj ile korta süzülmüş fotoğraflar vermeye bayılıyorlar. Tüm dünyada basın mensubu diye geçinen sansasyon peşindeki sırtlanların tuzağına düşüyorlar. İnsanların kendilerine özen göstermeleri kadar doğallık olamaz. Ama bu öyle bir hal alıyor ki sanki böyle giyinip kuşanmasalar dişiliklerini yitirmiş olacaklar ! Yazık. Son “Avustralya Açık” esnasında çıkan dünyanın en çok satan “Tennis” dergisinin kapağına bakın ne demek istediğimi görür…Aynı oyuncunun elendiği maçtaki giyim kuşamına bakın o zamanda ne dediğimi anlarsınız. Küpeler, kolyeler, saç takıları, püsküller, ojeler ! Maça mı konsantre yoksa üstüne başına mı keşke anlayabilseydik. Yenildi gitti…

Keşke görsel medyadaki sektörel programlarda Montesquieu’nun “İnsan ne denli az düşünürse, o denli çok konuşur” özdeyişini haklı çıkaracak kadar yüzeysel gevezelikler yerine oyuncular kadar saygın hocalarla da konuşulsa, onlardan esinlenilse… Tenise ait ilginç belgeseller gösterilse.
Dünyadaki yıldızlarla sadece tenisin güzellikleri, faydaları üzerine değil, bir yere varmak için gereken fedakârlıkları açıklayan röpörtajlar yapılsa. Tablonun başarı tarafından değil bir de aksi yönünden bilgiler, bulgular verilebilse. Williams Kızkardeşlerin hayatını konu alan kulağa küpe olabilecek fevkalade doyurucu, eğitici ve eğlendirici belgeseller var. İzleseler de keşke Serena Williams’ın “…Ben İnsanlığa yaptığım hizmetlerle anımsanmayı yıldız bir tenisci olarak anımsanmaya tercih ederim” söyleminin ardındaki erdemi anlayabilseler.

Sadece yıldız teniscilerle değil, tenis oynayan yıldızlarla, sanatçılarla, iş insanlarıyla tenis tartışılsa…Tenisten neler algıladıklarını, nasıl ve neden başladıklarını, neler bulduklarını, hayal kırıklıklarını, başlarından geçen ilginç anekdotları duysak.

Tıp uzmanlarından, psikologlardan bu sporun faydalarını ve sakıncalı yanlarını öğrensek. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde 90 yaş insanları için neden kategori açıldığını bilebilsek.

Keşke organizatörler turnuva finallerine izleyici çekmek için düzeysiz panayırlar yerine tenisin eğlentilerini, çekiciliğini ve sihirini ortaya koyan gösteriler düzenleyebileseler…Tenis oynadıkları için ucuza kotardıklarını düşündükleri sanatçılara konserler verdirmek yerine onları seçilecek izleyicilerle tenis oynatsalar. Onlara tenis eşyaları armağan etseler…Bir sonraki turnuva için onlara özellikler sağlasalar. Onlara “yahu bu sporun ne çok sosyal yönü varmış” dedirtseler.

Bezirgânlar tarafından resmen kazık atılarak getirilen eski şampiyonları kupa törenlerinde, her daim türedi erkân arasında yitirmek yerine, keşke çocuklarla ilgili etkinliklere yönlendirebilseler.

Keşke kulüplerin zaten kısıtlı olan bütçeleri bilinen virüsleri yaşatmak yerine, aşı üretmeye harcansa. Yöneticiler şahsi kaprisleri doğrultusunda kimseye bir yararı olmayan turnuvalar için yaşlı bezirganlara onlarca para dökmek yerine çağdaş hocalar yetiştirilmesi için uğraş verseler. Bu ülkede yetenek tonla. Ama o ham yeteneği işleyecek, ona bir formasyon verecek, yetiştirecek hocaların yaratılması için gereken olanaklar yok. Yok oğlu yok.

Keşke elin adamına evinizi kullandırmasanız. Bu işin yatırımı 52 haftada 152 (!) turnuva oynatarak olmaz. Defalarca söyledik yazdık. Bu şekilde sadece organizatörleri ve kendilerini para getiren turistle pazarlayamayan otel ve tatil mekanlarını tatmin ediyorsunuz ! Üstelik oyuncularınızın çoğu bu turnuvaları bile oynamıyor.

Sayın Baylar ve Bayanlar, hoca yetiştirin hoca…Bütçenizi hocalar yetiştirilmesi için ayarlayın. Kırk yılın başında iyi olmaya aday bir tenisci çıktı diye de kendisiniz başarılı addetmeyin. Öyle olsaydı İngiltere bir Andy Murray ile Davis Kupası Şampiyonu olurdu. Wawrinka olmadan İsviçre neden Davis Kupası şampiyonu olamadı. Federer neden Wawrinka olmadan ülkesi için Davis Kupasının kadrosuna girmeyi reddetti ! Bir-iki ailenin özel çabaları ve müthiş fedakârlıklarla ortaya çıkardıkları gençler kendilerinden başka kimseyi bir yerlere getirmez. Keşke kendinizi aldatmasanız.
Diyeceksiniz ki “bunu yıllardır söylüyorsun… Nereye vardın?” Diyeceksiniz ki “ne duyan var ne aldıran…Gemisini yürüten kaptan!” Evet haklısınız. Yıllardır söylüyorum…Yıllarca da söyleyeceğim.

THY’nin anonsları gibi “Hanımlar, Beyler ve Sevgili Çocuklar”, böyle gelmiş ama böyle gitmeyecektir. Doğru “tek”dir. Er geç doğruyu bulan da, yapan da çıkacaktır…Bir hesap soran da…

Pişman olunur mu, bilemiyorum…Ama pişmanlığın bile bir eğitici yanı yok mudur ? Keşke !

Hoşkalınız.

YORUM YAZ