MENÜ

Fenerbahçe ruhu

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Yıllar yıllar önce... Dereağzı’nda barakaya benzeyen bir bina. Soba ile ısıtılıyor içerisi... Biraz sonra çamur deryasında idmana çıkacak olan futbolcular, sobanın başında... Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman ve o dönemin yıldızları... Her Fenerbahçeli’nin gurur duyduğu o takım, işte bu şartlarda çalışır, sahaya çıkar, tribündeki taraftarlarını mutlu ederdi.

Yaz bitmiş, sonbaharın ilk günleri... Puslu bir Düzce sabahı. Topuk Yaylası’nda onlarca taraftar, 3 Temmuz ile sarsılan takımına sahip çıkıyor. Fenerbahçe TV canlı yayında, futbolculara duygularını soruyor.

Selçuk Şahin birkaç kelime ettikten sonra susuyor, konuşamıyor, ağlıyor. Çünkü o sahiplenme-sahiplenilme duygusu, Selçuk’u profesyonel bir futbolcu olmaktan çok daha farklı bir noktaya getiriyor.

Saracoğlu’nda Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en önemli yıldızlarından biri, yıldızlara uğurlanıyor. Lefter’in tabutunu, futbolcular taşıyor. En önde kim var, biliyor musunuz? Ziegler... Adam İsviçreli, nereden bilecek Lefter’i, ya da Lefter’in Fenerbahçe için ne ifade ettiğini. Öğrenmiş, omuz atmış tabuta...
Sahipleniyor Fenerbahçe’nin tarihini...

3 Temmuz patlamış, başta Aziz Yıldırım olmak üzere, bir çok yönetici içeride... Dışarıda olanların bir çoğu da birkaç adım geride duruyor. Çünkü işin şakası yok; aykırı duranlar Metris’e giriyor. Bir Ali Koç vardı benim gördüğüm meydanlarda, bir de Aykut Kocaman... Hiç geri adım atmadılar.

Türkiye’nin en büyük şirketinin veliahtı Ali Koç, bir gün bile ‘bana ne’ demedi. Parlak bir kariyeri olacağı kesin gözüken Aykut Kocaman, bir gün bile kendi geleceğini düşünmedi.
Ali Koç ağladı televizyon kameraları önünde kahrından... Aykut Kocaman ailesine ayırmadığı vakti, Fenerbahçe’ye ayırdı. Bir teknik direktör değildi o dönem sadece; hem yönetici hem ağabey hem arkadaş hem de teknik direktördü Fenerbahçe’de...

Fenerbahçe taraftarı bir gün bile durmadı. Bir gün köprüden karşıya geçtiler, bir gün Bağdat Caddesi’nde sel olup aktılar, bir gün Silivri’ye, bir gün Metris’e gittiler. Her duruşma günü Çağlayan’a gittiler; gaz yediler, dayak yediler, ama her duruşma günü yine-yeni-yeniden Çağlayan’a gittiler.

Şimdi... Samandıra’sı var Fenerbahçe’nin, tam teşekküllü bir futbol tesisi... Topuk Yaylası var; bir cennet vadisi, gerçek bir kamp tesisi... Dereağzı var, doğalgazla ısınan, 10 numara sahaları olan... Stadı var, ısıtmalı, 50 bin kişilik, şahane...
Ama soba başında ısınıp idmana çıkan Rıdvanlar’ı Aykutlar’ı yok... Hiç tanımadığı bir adamın tabutuna omuz veren Ziegler’i yok... Selçuk Şahin’in gözyaşları yok... Kendisini Fenerbahçe’ye adayan Ali Koç’u yok... Fenerbahçe’ye, ailesinden daha çok zaman ayıran, kariyerini geri plana atan Aykut Kocaman’ı yok... Ve belki de hepsinden önemlisi; cadde cadde, cezaevi cezaevi, mahkeme mahkeme armanın peşinden koşan taraftarı yok. 3 Temmuz 2011’de yakalanan ve aslında Fenerbahçe tarihinin özeti olan o duygusu yok: Ruhu yok...

Fenerbahçe’nin yüzleşmesi gereken asıl sorun budur. Yoksa Ziegler gider, İsmail Köybaşı gelir... Aykut Kocaman gider, Dick Advocaat gelir... Selçuk gider, Souza gelir...
Fenerbahçe ‘han’dır çünkü, gelip geçenler ‘yolcu’...
Kaybetmemesi gereken tek bir gerçeği vardır Fenerbahçe’nin... Ve görünen o ki, ‘o ruh’, Fenerbahçe’yi terk etmek üzeredir.

YORUM YAZ