MENÜ

Spor ve Vatan

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Ne vatanı kolay buldu bu ülkenin yüce gönüllü insanları,
Ne bu topraklar armağan edildi bize.
Ay coğrafyası diye tanımlanan her karışı savaşarak aldık.
Kanla beslenen çimler selamlıyor sahaya koşan futbolcuları.
Her kalkan halterin ağırlığının yanında, bir vatana duyulan minnetin ağırlığı daha fazla o yüzden vız gelir benim sporcuma.
Her koşu madalyaya, ama asıl koşu düşmanı kovan anneannemden miras bana.
Her oku hedefe atarım usulca, lakin hep ecdat vatan için attı o okları ümmetin adına.
Her trapta çıkan sesin esintisi, Kocatepe’den yankılananın yanında vızıltı gibi.
Sen yüzersin bir kulvarda madalyaya, onlar Canakkele geçilmesin diye topraktan yüzerek aktılar sahilde düşmanın tam üstüne.
Bu toprakların sporcuları, geçmişinizi bilmeden bugünü beslemek zor gelebilir size,
O zaman her müsabakadan önce bir avuç toprak al vatanından,
İçine çek derin derin,
Helaldir,
Temizdir,
Kan ile beslenmiş,
Senin için sana sunulmuştur.
Atandan emanet,
Yarına bırakacağın hazinedir.
Ve sonra çık hünerini ortaya koyacağın sahneye
Haykır zaferi atan ile birlikte.
Yaz onu gibi tarih.
Dalgalandır bayrağını.
Bugün olmasın savaşlar,
Asla olmasın öfke,
Kan,
Gözyaşı.
Ama unutmasın bu toprakların evlatları, sporun birleştirici ruhu ile bezenmiş zaferlerde dalgalanan o güzel bayrağın nasıl gönlere çekildiğini.
İşte o yüzden bir anı daha tarih saflarından.
Dünya Savaşı yılları…
Yedi düvel bir olmuş akıyor bu topraklara,
Her biri çekiştiriyor bir tarafını
Kırgın yürekler hüzünle ve öfke ile izlerken olup biteni,
Aslında fırtınadan önce sessizlik bu,
Bir halk kükreyecek,
Bir vatan kan ile sulanarak geri alınacak.
Spor ikinci planda,
Lakin hep unutulmuş hep bırakılmış değil.
Futbolcular cephe ile yeşil sahalar arasında gidip geliyorlar…
Bir zamanların usta kalecileri mermi tutuyor,
Taktik veren antrenörleri savaşın garabetinde vatan için haykırıyor,
Yedek yok her sporcu burada asil, burada en önemli oyuncu.
Ama unutulmuyor da yaşamın gerçekliği.
Tarihler 1919 yılında.
Mavi gözlü dev Samsun yolunda.
Vatan evlatları yıllarca süren savaşın yorgunluğu ile geliyorlar evlerine,
Sadece kısa bir süreliğine,
Soluk alacak vakitleri,
Bebelere sarılacak zamanları,
Avratlarını kucaklayacak anları olacak mı?
Lakin futbola hep zaman var.
Bu oyun böyle bir tutku.
Kadıköy’de kurulan Fenerbahçe işte o yıllarda rakipleri karşısına daha güçlü çıkma çabasında.
Futbolda nam salan,
Cepheden yeni gelen,
Bir soluklanayım,
Ama futbol topunu bırakmayalım diyen isimler ile buluşuyor.
Ama İstanbul düşmana göz yaşları ile bırakılırken, daha bitmediğini bilen vatanın her ferdinin sesi yükselmeye başlarken;
Ama biraz geriye döneli öyle başlayalım hikayemizin kahramanı ile tanışmaya.
Yıl 1917…
Trak... Trak... Trak... Silah sesleri geliyordu Harb-i Umumi`den...
Mülazım-ı evvel Arif; biraz geç kalmış insanların aceleciliği içinde, atının eğerini son kez gözden geçiriyordu.
Yolu uzundu...
Bir ara, cepheden gelen top seslerine kulak verdi,
Sonra çevresindekilere; "Selâmetle kalın" diyerek; atına mahmuz vurdu.
Mülazım-ı evvel Arif; Çanakkale`de vatanını, İstanbul`da ise Fenerbahçe`yi müdafaa ediyordu.
Sarı-lacivertli kulübün sağbekiydi...
Fenerbahçe olmadan Arif, Arif olmadan Fenerbahçe olmazdı.
Savaş çıkıp cepheye gönderilince; takımından ayrı kalmaya gönlü razı olmamıştı. Cepheye koşan tüm askerler için parola "Önce vatan" dı,
Ya Arif…
Arif için "Sonra, Fenerbahçe" vardı...
Takımını yalnız bırakmak istemiyordu.
Bu yüzden de, kendisi ya da kulüp yöneticileri, kumandanından izin alıyor, cepheden cuma ligine koşuyordu.
O hafta ise, Fenerbahçe-Galatasaray mücadelesi vardı.
Burada, Çanakkale geçilmez...
Orada, yine İstanbul`da Arif hiç geçilmez.
Mülazım-ı evvel Arif, ezeli rekabet cephesindeki görevine yetişmeliydi.
Dağ, dere, tepe demeden, 26 saat at sürecek ve bugün Fenerbahçe Stadı`nın bulunduğu papazın bağına yetişecekti.
Sadece o mu?
Tüm Sarı-Lacivert renklerin aşıkları vatanın al rengine kurbanım diyerek koşmuşlarda cepheye
Fenerbahçe kaptanı Galip de, Kırklareli`nden İstanbul`a doğru at koşturuyordu... Çanakkale`den Fikirtepe Uçaksavar Bataryası`na tayin olan Ethem ise, daha önceden kulübe varmıştı.
Bu geliş gidişler hiç bitmedi.
Vatan sevgisi, takımdaşlık sevgisi ile bütünleşti.
Fenerbahçe kaptanı Galip (Kulaksızoğlu), daha sonra savaş sırasında yaralanıp İstanbuI`a gönderilmiş, bir daha cepheye gitmemişti.
Arif (Emirzâde) ise, cepheden sahaya, sahadan cepheye koşturmaya daha uzun bir süre devam edecekti.
Tutmayın onu, yolu uzun…
Böyle geliş gidişler her hafta düşman saflarının arasından uzanan çetin bir yolculuğun yaşanmasına neden oluyordu.
1919-20 sezonu başlamıştı.
Fenerbahçe sevgisi kazanılan zaferler ile taçlanmalıydı.
Çanakkale’nin destan yazan subayı Arif ile daha güçlü olunacaktı.
İyi hazırlanıyorlardı.
Bunun için, ilk kez sahaya çıkacakları İdmanyurdu maçında, sağ bekleri İstihkam Subayı Mülazımıevvel Arif'in mutlaka oynamasını istiyorlardı.
Arif gerçekten de, Fener defansının vazgeçilmez adamıydı...
Onun nasıl bir futbolcu olduğunu anlamak için, eski Fenerbahçeli futbolculardan Sedat Taylan`ın 1944 yılında yayınladığı, "Fenerbahçe`den Hatıralar" adlı kitabında; "Arif, çok eskiden Fenerbahçe takımında, müteaddit defalar tekdirle seyretmiştim. O zaman, Fenerbahçe savunmasının belkemiği vaziyetindeydi. Zayıf fakat çok çetin, gözü pek bir oyuncuydu. Sert, fakat faul yapmadan oynardı. "Maç sırasında asabî olan Arif, maç bitiminde sakin ve nazik bir genç olurdu..."
Fenerbahçe, 1919 - 20 sezonunun ilk maçı olan İdmanyurdu mücadelesi için, Papazın bağında işte yine Arif`i bekliyordu...
O gelmeliydi, gelecektir, gelir...
Arifte gelmek için atını dört nala sürüyordu.
Düşman cephelerinden geçerken önce bir ses duyuldu.
Sonra bir vızıltı.
Arif yanağında bir acı hissetti,
Elini götürdü ıslaklık kan olup elinin arasından aktı.
“Boş ver dedi”
Aktı atı ile düşman cephesinin arasından,
Derken bir kahpe kurşun yiv çizerek geldi,
Sıcacık kalp,
Futbol aşkı,
Vatan sevgisi,
Arif’in sessizliği kıran kükreyişi ile sarsıldı.
Atı şahlandı.
Arif elini kalbine götürdü.
Gözü karardı.
Renkler al beyazdan, eline bulanan kanın kırmızına döndü,
Sarı-Laciverti yürek susarken,
Dudaklar önce vatan, sonra Fenerbahçe dedi…
Gökyüzünde Kelimeyi Şahedet yankılandı.
Arif vatan toprağına düştü.
Ve papazın çayırına kara haber geldi:
"Arif, tam kalbine yediği bir kurşunla, şehit oldu."
Olmaz... Olamaz... Olmamalı...
Fenerbahçeliler, bir anda mateme boğuldu.
Herkes birbirine sarılıp ağlıyor, Türk futbolunun yetiştirdiği en gerçek kahramanının kaybına kahroluyordu...
Hüzün, dalga, dalga tüm İstanbul`a yayılmıştı.
Ancak, maç oynanmalıydı...
Sahaya 10 isim çıktı.
Eksikler miydi ne?
Ama, Fenerbahçe eksik değildi.
Saha kenarındaki sandalyede asılı duran forma, Arif`i sahaya sürmüş gibiydi.
Sanki, rakibin ataklarını, hâlâ o durduruyordu.
Fenerbahçe, kahramanının huzur içinde toprakta yatması için, o denli coşkulu oynadı ki, rakibi İdmanyurdu`nu tarihinin en farklı skoru ile yendi: 11-1.
O günden bu yana, o rekor hâlâ kırılamadı.
Fenerbahçeli tüm futbolcular, bu galibiyet sonrasında hep birlikte 2 numaralı formanın önünde tazim duruşuna geçerek, "Ruhun şad olsun Arif" dediler.
Ve, günümüz karşılığı ile o dönemin kulüp Genel Sekreteri olan Fenerbahçe 1.Katibi Ömer Nazıma, Arif için bir ağıt yakıyordu:
"Azim sebat, metanet, işte bu...
Futbolu can etmişti şahsında.
Ey arkadaş... Kimdir bu?
Şehit Arif`imiz karşında
Dur ve ağla, elin bağla yanında.
En mukaddes şehittir bu...
Öldürdüler, vazifesi başında,
Ah Fener... Ne acıklı haldir bu..."
Fenerbahçe Kulübü`nün şehit Arif`in ruhuna okuttuğu mevlüt tam anlamıyla olay olmuştu. Mevlüt sırasında kulüp binası dolup taşmıştı...
Herkes ağlıyordu.
Arif (Emirzade), yüzbaşı rütbesi ile şehit olmuştu.
Yüksek mühendislik eğitimi görmüştü ve Fransızca biliyordu.
Aynı onbinlerce Türk evladı gibi.
Bir vatanın evlatları bugün ayyıldızlı bayrak altında özgür olsun diye,
Har gole yakasında bir yıldız varsa sevinsinler diye.
Bir olsunlar,
Birlik olsunlar diye…

YORUM YAZ