MENÜ

On altı dakika

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Maçtan önce yapılan yorumlarda, Napoli veya Benfica örneklerinde olduğu gibi Şenol Güneş’in rakibi şaşırtacak bir stratejiyle sahaya çıkması gerektiği ve muhtemelen böyle de yapacağı konuşuluyordu. Hocanın ilk on bir tercihi konusunda aşağı yukarı bir konsensüs sağlansa da, bu şaşırtma stratejisinin tam olarak ne olacağı merak konusuydu. Derken hoca, basın toplantısında, “Savunmaya biraz daha öncelik veren bir oyun tarzı” tercih edeceklerini söyledi. Şenol Hoca daha önce savunma ile ne kastettiğini açıklamış ve klasik savunma oyunu gibi topu geride kabullenmek yerine oyunu mümkün olduğu kadar ikinci bölgenin rakip alanına yıkabilmeyi amaçladıklarını söylemişti. Bayern karşısında bu stratejiyi uygulamak kolay olmazdı ama şaşırtıcı olacağına şüphe yoktu. Çünkü Bayern’in belirli bir oyun planı olmadığı, oyun planları olduğu biliniyordu. Başka bir deyişle rakip, takım seçmiyor; kendisinden güçlü ya da zayıf olup olmadığını dikkate almaksızın su gibi girdiği kabın şeklini alıyordu.

İlk yarıda maç bitti

Kadrolar belli olunca insanlar Caner-Babel hattından Babel’den de gol beklenebileceği düşüncesine kapıldı, tabii Caner’in ekstra oynaması şartıyla. Vida atılana kadar Atiba- Medel ikilisiyle oyunun orta sahada oynanmasının istendiğini de anlamak mümkün. Aslında Vida’nın atılmasına kadar az da olsa uygulandı bu plan. Love’ın kaçırdığı gol ve bunun dışında Beşiktaş’ın birkaç gol pozisyonu girişimini de bu bağlamda düşünmek mümkün. Sonra Vida kırmızı kart gördü ve ilk yarının sonuna kadar direniş sürse de sadece ilk yarı değil, maç bitti.

Akıl tutulması

Sanırım; “Bir maçta, hatta Bayern’in herhangi bir maçında on kişi kalan tek takım Beşiktaş değildir ama on kişi kaldığında değişiklik yapmak için alışkanlıklarından vazgeçmeyen tek hoca, Beşiktaş’tadır” dersek yanlış olmaz. On kişi kalmış ve artık bazı gerçekler daha da belirgin hale gelmişken, bu akıl tutulmasını anlamak zor. Hücum etmek konusunda herhangi bir sorunu olmayan Bayern’e karşı on kişi kaldığında ne yapılması gerektiğini bilmek için âlim olmaya da gerek yok herhalde. Topun Bayern’de olacağı belli, mesele topu kaptığında ne yapacağın.

Neden beklendi?

Mesela Tolgay’ın oyuna girmesi için neden bu kadar beklendi, anlayan varsa beri gelsin. Oyun artık ikinci bölgenin Beşiktaş yarı sahasına yığılmışken, Quaresma’dan daha hızlı olduğu bilinen Lens neden düşünülmedi, mesela? Neden oyunun Beşiktaş açısından dan-dun oynanmasına izin verildi? Top kayıplarıyla topun daha çok kendi bölgesinde oynanmasına neden olan ve Robben’in yanında oldukça amatör kalan (bir de oyundan neden alındığını anlamayan) Caner’in alınması için neden bu kadar beklendi? Pepe’nin işine duyduğu saygı karşısında Tosic neden geç oyuna sokuldu? Atiba’nın bu form düşüklüğünün bir açıklaması var mı?

Haydi kalk ayağa!


Maçtan önce Fenerbahçeli kardeşim “yazına başlık buldum” diye gülerek aradı beni: “Aldırma, Kartal aldırma!” Kızmadım, güldüm bile. Evinde oynadığı son 20 Şampiyonlar Ligi maçının 19’unu kazanmış, Arsenal’ı iki maçta da 5-1 yenmiş, daha da önemlisi Xavi, Iniesta, Messi’li Barcelona’yı evinde 4-0, deplasmanda 3-0 yenmiş bir takımın buraların yenisi Beşiktaş’ı yeneceğini biliyorduk elbet. Sadece kırmızı kart öncesi oynadığımız oyunla, zamanında yapılan oyuncu değişiklikleriyle neler olacağını görmek isterdim. Yoksa Barcelona’nın 4-0 yenildiği takıma, 75 dakika 10 kişi oynanan maçta 5-0 kaybetmek ayıp değil. Galatasaray’ın Temmuz’da, Fenerbahçe’nin Ağustos’ta adını duymadığımız takımlara elendiği Avrupa’dan Şubat’ta B.Münih’e yenilerek elenmek hiç ayıp değil...

Yürü Güneş’e!


Rekorlarla, sevinçlerle dolu bir Avrupa macerası yaşamamızda emeği geçen herkese çok teşekkürler. Şimdilik buraya kadar. Geçen yıl hakem faciasıyla gruptan çıkamamıştık, bu yıl lider ve namağlup çıktık. Seneye daha iyisini yapıp, daha dikkatli olup bir üst basamağa çıkarız. Ama yine bu kulvarda olmak için önce kazanılması gereken çok maç var. Şimdi karalar bağlama değil, ayağa kalkıp, mücadele etme zamanı.

YORUM YAZ