MENÜ

Brezilya'nın farkı!

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Daha çok küçükken rahmetli peder bey elimden tutup Santos maçına götürmüştü beni, Pele’yi seyredeyim diye. Daha sonraları bir de Botofogo maçına gitmiştim ama inanın ikisi ile ilgili de hafıza çipimde fazla bir kayıt yok. Tek hatırladığım Botofogo maçında tuvalete gitmiş bu arada Fener golü atınca da çok hayıflanmıştım. Didi, Fenerbahçe’de çok sevilmişti. Zamanın grup lideri ve etkili ismi, rahmetli Semih Bayülken’in, taraftarların Fenerbahçe’den çok Didi diye bağırması üzerine de, “Kimse Fenerbahçe’den büyük değildir” diyerek gönderilmesine ön ayak olduğu söylenir. Kendimi bildim bileli çevremdeki büyük bir çoğunluk gibi Brezilya’yı severim. Ama bu Pele, Didi, Ronaldo ya da Ronaldinho sevgisinden değil, daha çok bu ülke takımının seyretmekten keyif aldığım futbolu oynamasından; diğer bir deyişle tribünleri dolduran, televizyonun başına geçen milyonlarca hatta milyarlarca futbolsevere gösterdikleri saygıdan geliyor. Çünkü herkes biliyor ki bu takımı seyrederken sahadaki 11 adam onların keyif alması için ellerinden geleni yapacak. Belki de şu anda Brezilya Milli Takımı’nın teknik direktörlüğünü yapan Parreira’nın ülkesinde de az sevilmesinin altında bu yatıyor. Çünkü Parreira 1994 Dünya Kupası’nı kazanmasına rağmen ülkesinin futboluna ihanet etti. Milyarlara Brezilya’yı sevdiren “futbol” yerine başka bir “futbol” oynattı. Ünlü teknik adamı Fenerbahçe’yi çalıştırırken hatırlayanlar, o şampiyonluğu da çok keyifle hatırlamıyorlardır. Bu maçtan büyük şeyler ummamın tek sebebi aslında Brezilya değildi. Rakip Hırvatistan da futbol olarak saygı duyulması gereken bir ekip. 1992 yılında Yugoslavya’dan ayrılan Hırvatlar, insanlığa armağanları kravat kadar futbolları ile de anılmak, uluslar arası arenada saygı görmek için uğraş veriyorlar. Sırp-Hırvat savaşının çıkmasında Dinamo Zagrep-Kızılyıldız maçındaki kavganın yeri neydi tam olarak bilmiyorum ama, Boban’ın Hırvat taraftarı döven Sırp polise attığı tekme buradaki Hırvat gazetecilere sorduğumuzda en ince ayrıntısına kadar hala anlatılabiliyor. Stada doğru yürürken bu görkemli yapıyı neye benzettiğimi düşünüp durdum. Görkemi dışardan bakınca öyle büyüklüğünden falan gelmiyordu. Başka bir şey vardı. Ve sonunda buldum. Berlin Olimpiyat Stadı, Roma İmparatorluğu’nun gladyatör arenalarına benziyor dışardan. Belli ki Führer, kafasında kurmayı planladığı Alman İmparatorluğu için böyle bir stadı uygun görmüş. Derinlemesine inen güzel bir yapı. Atmosfer ise harikaydı. Cıvıl cıvıl Brezilyalılar ile binlerce kırmızı beyaz damalı formaları ile Hırvatlar. (İnsanın canı onları görünce İtalyan restoranına gitmek istiyor) Maça gelince; turnuva favorisi Brezilya, orta sahası ile defansını Almanya ve İtalya’da forma giyen disiplinli futbolculara emanet eden Hırvat takımı karşısında ilk yarıda pozisyon bulmakta zorluk çekti. Tabi bunda Parreira’nın takımının fazlasıyla yavaş oynamasının da rolü büyüktü. Çok pas yapan Canarinhas’lar Hırvat defansının yerleşmesine yardımcı oluyorlardı. (Düşünmeden edemiyorum. Bu yıldızlar Reijkaard’ın Barcelona’sı gibi hızlı oynayamazlar mı, ya da oynarlarsa ne olur diye. Tam devre 0-0 bitecek derken Kaka, skoru değiştirdi. Brezilya’nın farkı da bu olsa gerek, haddinden fazla bir hareketle maçı değiştirecek yıldızı var. Dünkü 11’inde kremanın kreması kulüplerden (Real Madrid, Barcelona, Milan, İnter gibi) tam 10 futbolcu vardı. Hırvatlar da ise 2. Hırvatlar’ın mücadelesi alkışı hak edecek cinstendi. Aslına bakarsanız Brezilya’dan daha olumlu işler yaptılar. Favori karşısında çok net pozisyonlar buldular. Bu gruptan çıkacak ikinci takımın onlar olacağını düşünüyorum. Almanlar’ın efsanevi golcüsü Gerd Müller’in 13 gollük dünya kupası golleri rekorunu 2 defa fileleri havalandırırsa tarihe gömecek olan Ronaldo, eğer dünkü gibi oynamaya devam ederse torunlarına “çok yaklaşmıştım” diye anlatacaktır. Brezilya 1934’ten beri Dünya Kupası’ndaki ilk maçında yenilmiyor. 1974 İsveç beraberliğinden beri de hep kazanıyor. 2002 Dünya Kupası’nı berabere bile kalmadan kazanan sambacılar bakalım 6’ncı yıldızı göğüslerine takıp, FİFA Dünya Kupası’nı da tıpkı Jules Rimes gibi ebediyen müzelerine kaldıracaklar mı? Şimdi çıkıp Brandenburg’a gideceğim. Alman İmpratorluğu’nun o ihtişamlı yapısına ve sokakta eğlenen taraftarların arasına katılacağım. İrlandalı yazar Glen Meade’nin şahane bir polisiye kitabına da ismini veren yerde maç sonrası dönüş yoluna çıkmamanın keyfini çıkartacağım.

YORUM YAZ