‘’Van Persie yedek kalabilir‘’
Geniş bir kadroya sahip olan Fenerbahçe’de ideal 11 sizce nasıl olmalı?
Fenerbahçe’de iki stoper, iki ön libero olmasına rağmen topu oyuna sokmak için Diego ceza sahası önüne kadar geliyor. Dört oyuncu hücum yönünde kullanılmıyor. Diego’nun da enerjisi boşa harcanıyor. Fenerbahçe’nin nasıl bir 11’le sahada olması gerektiğini söylemek bizim işimiz değil. Ancak bu enerji sarfiyatını tespit etmek de zor değil. Pereira sanırım bu durumu Diego’nun tüm iyi niyetine ve çabasına rağmen etkisiz oyununda görüyordur. Onu rahatlatacak bir yapı kurulabilir. Bu da Ozan Tufan’ın takıma dahliyle olur. Tabi ligde şu ana kadar çekilen kısmi sıkıntı Caner’i sahaya sürememekten de kaynaklanıyor.
Orta sahada seçim zor
Diego’nunkine benzer bir durum Nani’de de var. O da takımın yapısı gereği ceza sahasından uzak kalıyor ve gereksiz enerji harcıyor. Bunları halledecek yapıyı kurmak kuşkusuz Pereira’nın işi. Markovic’in takıma dahil olmasıyla hemen akla gelen çözüm, takımın net bir 4-3-3’e dönmesi. Nani’nin sola, Markovic’in sağa geçmesi. Orta saha üçlüsünün de Josef-Ozan-Diego’dan kurulması. Ancak savunmacılar döndükten sonra Topal stoperden çıkacağı için buradaki seçim de zorlaşacak.
Kadronun geniş olması nedeniyle birçok yıldız yedek kalabilir. Bu durum takım içerisinde bir sorun yaratır mı?
Nani ve Van Persie dışında yeni gelen oyunculardan “Ben nasıl dışarıda kalırım!” sorusunu sorabilecek kimse yok. Belki Gökhan Gönül döndükten sonra çok formda olan Şener Özbayraklı kesilirse o bir rahatsızlık hissedebilir. Ancak böyle olacağını düşünmüyorum. Nani’nin de yeri garanti olduğuna göre geriye bir tek Van Persie kalıyor. Lig maçları ve Hollanda Milli Takımı gösterdi ki, Robin, skoru bulamazsa böyle bir sıkıntıya düşebilir. Onu tek santrforda yedekte tutup ikinci yarı oyuna almak ve rakip savunmanın konsantrasyonunun bozulduğu dakikalarda enerjisini kullanmak doğru bir seçenek olabilir. Havalar soğudukça, Van Persie de ritmini yavaş yavaş bulmaya başladıkça zaten onu kesmek mümkün olmaz. Van Persie yedek kalmaya ikna edilebilir mi? Van Persie en kuvvetliyle anlaşabilecek olsa Van Gaal’le sorun yaşamazdı. Dolayısıyla burada ortaya konulan planın ne kadar mantıklı olduğu ve skorların gelip gelmediği oyuncuyu ikna eder ya da etmez.
Müthiş transferler sonrası, “Pereira bu takımı kaldıramaz” yorumları yapanlar oldu. Sizce Portekizli hoca bu kadro yapısı için doğru tercih mi?
Yıllardır savunduğum bir strateji var. Fenerbahçe’nin büyük hocalara değil, büyümek isteyen hocalara ihtiyacı var. Takip ettiğim 35 yıl boyunca Fenerbahçe dünyanın en önemli hocalarını takımın başına getirdi. Bunların bir kısmı başarılı da oldu. Ancak tartışmasız en başarılıları takdir görmeseler de belli bir altyapıya sahip ama gelişmek ve kendini Avrupa’ya beğendirmek isteyenlerdi. Vitor Pereira 10 yıl boyunca kendi sınıfında dünyanın tartışmasız bir numarası olan Porto’da görev yapmış. Hırslı bir adam. Onun başarılı olup olmayacağını bilmek mümkün değil ama denenmesi gereken güçlü bir adaydır.
Dedikodulara açıklık getirilmeli
Bu noktada şu konuyu da açmam lazım. Geldiği günden bu yana laktat testi yaptırmadığı, oyunculara mutlak ihtiyaç duyduğu kas gruplarına yönelik ağırlık çalışmaları yaptırmadığı güvenilir kaynaklarca söyleniyor. Üst üste gelen kasık sakatlıkları buna bağlı olabilir mi? Bu ne kadar güvenilir kaynaklardan gelse de sadece dedikodu olabilir. Ya da Pereira’nın başka bir yöntemi, yoğurt yiyiş tarzı da olabilir. Bu konuya bir açıklık getirmek lazım.
Henüz erken ama ocak ayında Fenerbahçe’nin transfere ihtiyacı olur mu? Olursa hangi bölgelere?
Ocak’ta değil, bugün ihtiyacı var! Bugüne kadar iki santrforla oynayan bir takımın kadrosunda sadece iki santrfor olamaz. Fenerbahçe altyapısından ya da yapılacak transferle ilk 11’i zorlayabilecek, bir değil iki oyuncuya ihtiyaç var. Üç kulvarda yarışan büyük takımlar eğer iki santrforla oynuyorlarsa mutlak dört golcü istihdam etmeliler. Bunun dışında Fenerbahçe camiasının yönetimden artık transfer değil, altyapıdan oyuncu çıkarılmasını talep etmesi gerekiyor. Zaman zaman 18’e giren Uygar Mert Zeybek yetenekli bir oyuncu. Stoper Hakan Cinemre’ye de şans verileceğini düşünüyorum. Bunu yıllara yayarak her iki senede bir, en az bir 11 oyuncusu çıkarma standardına ulaşmak lazım.
‘’Mükemmel skorla hayattayız‘’
Hafiften şizoid bir durumumuz var. Grubun doğal lideri Hollanda’ya bir son dakika golüyle verdiğimiz 1 puan var. 4’ü aldık. Hem de gruptaki en iyi oyunlarımızı onlara karşı oynayarak. Üstüne tarihi bir skor alarak. Bir de grubun doğal sonuncusundan aldığımız 6 puan var. Onun dışında doğal rakiplerimizden istediğimiz hiçbir şeyi alamadık. Bu anlaşılması zor gelen hal belki de bizim ulusal karakterimizin bir yansıması. Uçlarda ve kaoslarda debeleniyoruz sürekli. Hiçbir şeyde olmadığı gibi futbolda da normalimiz yok.
Hiç risk almadık
Bu grupta iki temel sorunumuz vardı. Birini, yani şut kalitesi işini Oğuzhan çözdü. Son derece olgun, soğukkanlı bir vuruşla skoru aldı. O golün mükemmel pasını atan Arda ikiyi yapınca ikinci sorunun çözümüne sıra geldi.
7 maçın 4’ünde öne geçip skoru koruyamama sorununa... 4-1-4-1’le başlayıp sonra 4-5-1’e dönen dizilişte hiç risk almadı takım. Şener ve Caner gibi iki ofansif bekle Narsingh ve Depay’a mükemmel karşı
koydular. Selçuk, Ozan ve Hakan Balta hem Sneijder’i geri itti hem de Van Persie’yi takımından yalıttı. Ve çıkarken top kaybetmemek için her şey yapıldı.
Hatta 4’e 3 çıkılan akınlarda dahi geri dönüp, pasa geçip, hatta kaleci Volkan Babacan’a uzanmak pahasına topu vermemeyi tercih ettiler. Normal şartlarda eleştirilecek bir durumdur bu. Ancak kaçırılan onca puandan sonra bu seçim makul ve anlaşılabilirdi.
İzlanda maçı zor olacak
70’de muhtemelen oksijen yetmezliği kaynaklı hakem dalaşının soğukkanlılığımızı bozması ise tek problemdi. İtirazdan alınan 3 sarı kartın ötesinde hakem ve Hollanda tarafından cezalandırılmayışımız ise şansımız oldu.
Şimdi önümüzde 4 final var. Çekler ve İzlanda’nın rahatlaması kağıt üzerinde bizi şanslı kılsa da, özellikle İzlanda’nın yenilmek istese de kötü oynamayı başaramayacak bir takım olduğunu söylemek lazım. Tam bir takım ve düşük vitesleri hiç yok. O savunmayı geçmek zor olacak.
‘’Hayali düşmanlar yaratıyor‘’
İnsanı kedere itmesi normal bir oyun ve skorun ardından hızlı bir şekilde oyunu değerlendirip Hollanda maçına yoğunlaşmak gerekir. Ama hoca böyle durumlarda hayali düşmanlar yaratıyor.
Milli Takım 7 maçta 2 kez kazanabildi. Kazakistan maçlarını. Geri kalan 7 maçta 4 kez öne geçti. Ve bunların hepsinde yakalandı. İki kez İzlanda’ya, bir kez Çekler’e bir kez de Hollanda’ya. En iyi oynadığımız maç ise tam bir savunma futbolu sergilediğimiz Hollanda maçıydı.
Yani hem oyunu ve skoru tutamıyoruz hem de Terim’in temel oyun felsefesini tam olarak sahaya yansıtamıyoruz. Tüm bu hal ve 54 takımdan 24’ü arasına girememe ihtimali büyük bir başarısızlık. Ancak İzlanda maçı özelinde Terim’i direkt sorumlu göstermek yanlış olur. Atamayan da, oyunu tutamayan da son derece deneyimli ve yüksek maaşlı oyuncular. Terim’in oyun planı da, değişiklikleri de büyük oranda doğruydu. Sonuç da verdi. Ama skoru alamadı.
Gereksiz üslupla yaklaşım
Maç sonu basın toplantısı içinse aynı şeyi söyleyemeyiz. İnsanı kedere itmesi normal bir oyun ve skorun ardından hızlı bir şekilde oyunu değerlendirip Hollanda maçına yoğunlaşmak gerekir. Ama hoca böyle durumlarda hayali düşmanlar yaratıyor.
Misal maç öncesi Cenk’in neden kadroda olmadığını soran muhabir Hakan Gündoğar’a ‘Bunu Beşiktaşlı Hakan Gündoğar soruyor tabii’ diyor son derece gereksiz bir üslüpla. Hakan orada ‘Tabi bu cevabı veren de Galatasaraylı Fatih Terim’ dese hoca ne diyebilir?
Bunların kime faydası var. Hollanda maçı için normal şartlarda umutlu olmak adına çok sebep var. Ancak bu şut kalitesi ve galibiyeti koruyamayan oyun yapısıyla işin kolay olduğunu söyleyemeyiz.
‘’Şut kalitesi problemi‘’
Eleme macerası başladığından bu yana en büyük sıkıntımız şut kalitesi. Şöyle düşünelim: Dünyanın pozisyonuna girdik mi? Evet. Bunların 4-5 tanesi son derece net miydi? Kesinlikle. Peki kaleci Vanins’in harika bir kurtarışı ya da kılpayı direği sıyırmış bir şut var mı? Hayır. Malesef hayır... Şut kalitemiz çok düşük, öldürücü değil. Başından buyana. Selçuk’un şahane gol vuruşuna kadar. Ya da Sabala’dan yediğimiz gol gibi... Terim, rakibin, ilk maçın ve oyunun ruhuna uygun bir kadroyla takımını sahaya sürdü. Sadece Selçuk’u savunmanın önünde tuttu. Burak’ın arkasında Çalhanoğlu, Arda, Gökhan Töre ve Volkan’la hücumu geniş tutmayı düşündü. Hem araya kaçacak adamı olan, hem servisçi hem de hücumu genişletecek yapıda bir kadroydu. İlk 15 dakika Volkan’la 3 kez net şans yakaladık. Arda’nın şutu, hemen her şey vardı. Planın Töre ve Çalhanoğlu kısmı %100 işlemese de oyunu bitirecek etkinlik vardı.
Gollük vuruş yoktu
Eksik kalan akın sürekliliği oldu. 13’te rakibin ilk kontratağı sonrası bir başka sorunumuz ortaya çıktı. Bizi geri geri koşturdular. Savunma yakın durup oyunun boyunu kısaltamadı ve akın sürekliliğimiz kesintiye uğradı. Pozisyon da verdik. İkinci yarıda Umut’un ve Şener’in oyuna girişi sonrası hücumda genişlik sağlandı. Ve akın sürekliliği de 72. dakikaya kadar sağlandı. Sürekli sağlı sollu altı pasın içini bulduk ama gollük vuruş yine yoktu. 65’te garip bir panik başladı. Oyunculardan seyricilere, onlardan yine oyunculara karşılıklı büyüyen bir panik. Bunun sonucu top kayıpları, iki kontra ve Balta’nın çıkardığı iki gol. Selçuk şahane vuruşuyla olaya el koymasa iş o an kötüye gitmeye başlamıştı. Oyun yapısı dağılmıştı. Hollanda evinde eksik, Robben’siz ve yenikti. Çek Cumhuriyeti (sonradan atsa da) berabere. Ve asıl önemlisi nihayet milli maç coşkusu olan bir seyirci ve stat bulmuştuk ki, bu hepsinden önemliydi. En beklenmedik olan oldu. Sezona çok daha iyi başlamayan Volkan Babacan elinden kaydırdı.
‘’35 milyon Euro'ya City'ye giderdi‘’
2012-2013 yılları arasında şöyle bir gelişme beklenebilirdi Grosskreutz için; Yüksek bir bedelle iyi bir transfer. Manchester City’ye 35 milyon Euro’ya transfer olabilirdi. Çok iyi oyuncu ama sakatlık, belki de özel hayatındaki sıkıntılar bunu engelledi. 1.2 milyon Euro’luk transferi akıl alır şey değil. Olağanüstü bir oyuncu. Grosskreutz ile Yasin birlikte oynar. Grosskreutz’un merkez oynayacağını düşünmüyorum. Her yerde oynamaz. Sol bek oynamaz. Adam sağ bek değil. Orada açık var diye sağ bek oynadı. Takım oyuncusu. Fizikli oyuncu. Dortmund Galatasaray’a Kuba’yı önermiş. Onu alın demiş.
Dünya çapında 3’lü
Podolski - Sneijder - Grosskreutz üçlüsü... Dünya çapında bir 3’lü. Her takımda bu 3’lü sahaya çıkar ve kimse bunlar bir arada neden oynuyor demez. Pırıl pırıl bir 3’lü. Daha ne olsun. Türkiye standartlarında kurabileceğin 3’lü bu olur. Bundan ötesi Manchester City klasmanı.
‘’Melo'nun boşluğu dolmaz‘’
Melo’nun transfer söylentileri çıktığında kulübe çok yakın birçok isme aynı soruyu sormuştum: Brezilyalı giderse kulüpte sevinen mi, üzülen mi çok olur? Cevaplardan birisi çok ilginçti: Herkes halay çeker...
Melo, Galatasaray’ın en önemli ikilemiydi. İçeride sorunluydu. Kampa her seferinde geç kalmasına rağmen taraftardan en fazla sevgiyi alması, yönetim tarafından el üstünde tutulması rahatsızlık yaratıyordu. Ama iş ne zaman sıkışsa elektrik yaratıp takımı hareketlendiren adam da oydu.
İstediği kontratı alamayınca gitmesi normal. Galatasaray’ın bonuslarla alacağı para da bu şartlarda gayet iyi. Ancak yerini şu aşamada doldurmak imkansız.
İddiam şu: Melo’nun taraftar penceresinde bıraktığı boşluk, Alex’in Saracoğlu’nda bıraktığı boşluktan büyük olacak. Hamzaoğlu yeni bir Melo bulmaya çalışmak yerine başka bir planla doldurma yoluna gitmeli.
Telles’i kiralamak ise hata. 12 milyon gibi bir paraya satmak kabul edilebilir ama kiranın mantığını ben şahsen anlayamadım.
‘’Diego'suz bir plan lazım‘’
Böyle bir kadroyu böyle bir arzuyla oynatmak kolay değil. Bu açıdan Pereira çok başarılı.
Böyle bir kadroyu, yıldız psikolojisi çerçevesinde dengeli bir şekilde sahaya sürmek daha da zor. Burada soru işaretleri ve bilinmizler var. Ancak ne olursa olsun sahne Türkiye’yse rakip ceza sahası çevresinde olmak şart. Her zaman her şartta... Dün Fenerbahçe son saniye 3’lüğüyle bu sayede kazandı.
Detayına bakarsak: Normal şartlarda böyle bol hücumculu bir kadronun ceza sahası etrafında etkili ve organize ama savunmada açık veren bir oyun oynamasını beklersiniz. Ancak Pereira önden başlayarak çok iyi basan ve Antalya’ya koridor bırakmayan bir yapı kurmayı başarmıştı. Alves’in de olmayışının avantajıyla Eto’o’ya hücum alanında hiç top aldırmayan bir takım savunması organizasyonuyla oynadılar.
Antalya’nın kaleyi bulan ilk şutu Kjaer’in dengesiz çıkışı, Kadlec’in çok dengesiz uzaklaştırma çabasıyla 70’’e gol oldu. Ancak gariptir, Nani’nin golü öncesindeki 5 dakikada Hasan Ali’nin kanadını
kullanarak yarattıkları ceza sahası çevresi kalabalığı dışında organize olamadılar. Son 1 dakika dahil. Buna rağmen ceza sahsı içine girdiklerinde ise Van Persie’nin harika asisti dışında şaşırtıcı bir
kararsızlıkla akınları sonuçlandıramayışı çok ilginçti. Anlaşılmaz bir tedirginliği vardı.
Ancak asıl sorun her ne kadar azaltma yoluna girdiyse de topu Diego’nun 3 defa dürtmeden oyuna sokamayışının hız kesmesinden.
Tabii bunda Yusuf Şimşek’in Fenerbahçe kanat oyuncularını içeriye yönlendiren oyun tarzının rolü büyük. Fenerbahçe’yi her seferinde daha iyi bir takım yapan Caner yoksa bu alanlara çözüm üretmek rakip için daha kolay oluyor kuşkusuz. Fakat ne olursa olsun böyle bir hücum gücüyle bunu aşabilmek lazım. Antalya Kadir’i de savunmaya sokarak Fernandao’yu neredeyse hiç kullandırmamayı başardı.
Fenerbahçe daha da yüklenip sonuç istediği son dakikalarda ise Fernandao dışarı alınmıştı. Yapamadılar.
Pereira’nın 2 santrforlu ve Diego’lu oyunun peşinden gitmesinde saygı duyuyorum. Ancak özellikle Caner’siz oynayacaksa bu oyunun hem yaratıcılık yönünden sorun yaşaması muhtemel.
Pereira Diego’suz da bir plan üretmeli.
‘’Sneijder imzası‘’
Galatasaray’ın eksik kalana kadar %65’lerde topa sahip olma oranıyla oynadığı bir oyundu. Bir Aykut Kocaman takımının evinde %30 küsürlerde topa sahip olması her zaman haberdir. Hele de bu bir tercih de değilse. Çünkü kapalı savunma hızlı hücum gibi bir durum da söz konusu değildi. Her ne kadar şut sayılarına bakıldığında bir zayıf da olsa üstünlüklük gözükse de kaleyi zorlayan bir iş yapamadılar. Tabii Meha’nın serbest vuruştan attığı olağanüstü gol dışında. Muslera golü yine ceza sahası dışından yedi ama bu kez ona söyleyecek pek bir şey yok. Sonrasında da Konya’da yine Meha’nın direkten dönen bir şutu ve Muslera’nın kurtardığı bir serbest vuruş dışında bir üretim yoktu. Yani ne topa sahip olabildiler, ne de Galatasaray’ı eksik yakalayabildiler.
Bu tabloda Galatasaray’ın hızlı ve baskılı başladığı oyun, işi kotaracak kadar iyiydi. Sabri zaten hücumun bir parçası ama Chedjou’nun dahi rakip yarı sahanın ortasına yerleştiği bir oyunla başladılar. Burada Konya’nın savunmaya yerleşmede sağladıkları dengeyi övebiliriz. Zira Galatasaray’ın ‘imza’ hücum dörtlüsü Burak’ın golü dışında demarke şut bulamadı. Ve ne enteresandır ki yine hem asist hem de tehlikelerin hemen tamamı Sabri’nin servisleriyle geldi.
Chedjou çıkınca...
Skordan bağımsız olarak Galatasaray’ı etkileyen, son derece iyi oynayan Carole’un kırmızı kart görmesinden ziyade, hücumu tamamlayan ve savunmasını önde tutan lider olarak Chedjou’nun sakatlanmasıydı. Onun yerine oyuna giren Semih golü atıp maçı çevirdi. Fakat oyunun zayıflaması Chedjou’nun çıkışıyla oldu.
Sonrasında Hamzaoğlu’nun Poldi, Rodrigues değişikliği yerindeydi. Orta sahayı aldılar, Sneijder’in iki imza golüyle de maçı bitirdiler.









































