MENÜ

Metin Oktay ve Metin Oktay

Konuk yazarımız Esra Ermiş yazdı...

Metin Oktay ve Metin Oktay

“Biz, ikimiz; çocukla oyuncağı değildik. Hikayemiz öyle başladı ama yıllar geçtikçe oyundan müsabakaya, maçlardan şampiyonluklara yöneldi… Önce oyundu, sonra iş oldu. Birlikte çok güzel bir şey ürettik, adı “gol” oldu…

Haberin Devamı

Golü üretmek o kadar kolay değildi. Topa severek vurmak, onun istediği gibi vurmak, topu ve golü hem beyninde hem de yüreğinde düşünmek ve sevmek gerekiyordu.

Ben; topla her temasımda bütün benliğimi o sevgide yoğunlaştırarak, ona en içten sevgiler ve en derinden saygılar duyarak kullandım ayaklarımı… Onu, başımın üstüne taç yaptım, kafa vuruşlarında gözümü kırpmadan bütün gücümü o küçücük dokunma noktasında toplayıp vurdum.

O kadar sadıktı ki, hep istediğim yere gitti. Hep istediğim zaman bana geldi. Beni hiç terk etmedi. Bana küsmedi, darılmadı, benden kaçmadı.

Bizi herkes yazdı… Yazarlar, ikimizin hikayesi için üslup harikaları yarattı. Fotoğraflarla ölümsüz albümlerin sayfasını doldurduk.”

Bu O’nun sözleriydi.

Haberin Devamı

Metin Oktay sadece kendi döneminin değil, belki de tüm zamanların en iyi futbolcularından biriydi. 1936 yılının ikinci ayı, ikinci günü dünyaya gelmişti. Karşıyaka’da yaşayan bir ailenin sekiz kız çocuğundan sonra doğan tek erkek evlat olunca ebe kadın heyecandan göbeğini bağlamayı unutmuş, kundak kan içinde kalmış. Hatta biraz daha geç kalınsa belki de bir Metin olamayacakmış.

Fabrika işçisinin oğlu olan Metin, elindekilerin kıymetini iyi bilen biriydi. Bir bayram günü sokakta iddialı bir maç olduğunu gören Metin, ayakkabıları eskir, gömleği kirlenir diye üzerini çıkarıp maça dalmış, bunun maçın sonunda eşyalarını bıraktığı yerde bulamamıştı.

İlk dayağımı böyle yedim diyordu Metin Oktay. Futbol ona ilk bayramlıklarına mal olmuş, buna rağmen o sevdasından geri duramamıştı.

15 yaşında Damlacık Kulübü’nde ilk lisansı çıktı Metin Oktay’ın. Sonrasında gelişmeler de art arda geldi tabii.

“GENÇ MİLLİ TAKIMA SEÇİLİYORUM AMA…

Kim tavsiye etti, kim seyretti, kim beğendi bilmiyorum… Damlacık’taki üçüncü ayımda Genç Milli Takım aday kadrosuna davet edildim. Gönderilen davet telgrafında, İstanbul’a gitmem ve Moda’da Mono Palas’taki kampa katılmam isteniyordu. Lise birinci sınıfta okuyan bir öğrencinin sevincini düşünebiliyor musunuz? Önce İstanbul’u göreceğim, sonra Genç Milli Takım ile birlikte Belçika’ya gidecektim…

Haberin Devamı

Genç Milli Takım aday kadrosuna İzmir’den sadece ben ve kaleci Seyfi Talay seçilmiştik. İstanbul’a birlikte gittik Seyfi ile…

Arkadaşlarıma ve Ay-yıldızlı takıma çok iyi ayak uydurmuştum. İyi oynuyor, hazırlık maçlarında güzel goller atıyordum. Brüksel’e gidecek oyuncular için tek tip elbise sipariş edilmişti. Provalara ben de katılmıştım. Küçücük bir çocuktum. Sevinçten havalara uçuyor ama kimselere bu büyük sevgimi belli etmiyordum.

İzmir’e bir mektup yazıp, babamdan 100 lira para istedim. Avrupa’ya gidiyorum, bana para gönderin diye yazmıştım. O zaman 100 lira iyi paraydı…

Seyahat günü gelip çatmıştı. O gece Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak, Antrenör Cihat Arman’la beni yanına çağırdı ve şöyle dedi:

“Seni Brüksel’e götüremiyoruz oğlum… Bak Metin, sen gelecek yıl da Genç Milli Takımda oynayabilirsin. Aynı azim ve hırsla çalış…”

O an sanki başımdan aşağıya kaynar sular boşalmıştı. Dedim ya, çocuktum. Göz yaşları arasında Orhan Şeref Apak’ın yanından ayrıldım. Benim yerime son anda o seyahat kadrosuna Hacettepeli Ercan alınmıştı. O gece öğrendim ki, benim yerime alınan ve Brüksel’e götürülecek olan Ercan’ın babası, meğer Ankara futbol ajanı imiş! Böyle olunca tabi ki Ercan gidecek. Damacıklı küçük Metin’in haklarını kim savunacak ki!?”

Haberin Devamı

Diyordu Metin Oktay. Bunlar kendi sözleriydi. 25 saatlik bir geri dönüş yolculuğu sırasında bazı şeyler, derler ya, kafasına dank etti. Başka birisi içindeki Metin Oktay’ı bulamazdı, çıkaramazdı. Bunu sadece kendisi yapabilirdi. Çalışarak ve çabalayarak, ancak kendisi Metin olabilirdi.

300 Lira Maaşla İlk Transfer

Genç Milli Takıma çağırıldıktan sonra çeşitli kulüplerin odak noktası haline gelen Metin, Yün Mensucat’ta transfer oldu. O dönem gönlünün Altınordu takımında olduğunu da söylemekten geri kalmıyordu.

11 Nisan 1954 tarihinde Belçika’ya karşı ilk defa Milli Takım forması giyen Metin Oktay, attığı iki golle gazeteci Orhan Vedat Sevinçli ve Fenerbahçe’ye sarı kanarya lakabını veren Cihat Arman’ın dikkatini çekmiş, Beşiktaş’a transferi için ona önayak olmuşlardı.

Haberin Devamı

Cihat Arman ile Beşiktaş kulübüne giden Metin Oktay olayı şöyle anlatıyor:

“İstanbul’a indik. Yeşilköy Havaalanı’ndan gazeteci Orhan Vedat Sevinçli ve antrenör Cihat Arman ile birlikte doğruca Beşiktaş Kulübü’ne gittik. Bir odada tespih çeken çikolata renkli bir adamın yanına yaklaşan Cihat Arman; “İşte ağabey, bahsettiğim Metin bu!” dedi. Sonradan adının Sadri Usuoğlu olduğunu öğrendiğim Beşiktaşlı yönetici, saçımdan tırnaklarıma kadar beni süzdü ve “Ne istiyor?” diye kükredi. Ne isteyeceğimi yolda Cihat Arman’a söylemiştim. Ona da pamuk iplik makinasından bahsetmiştim. Beş yıl karşılığında altı bin lirayı duyunca Sadri Usluoğlu küplere bindi ve şöyle dedi:

“Ben o parayı Recep’e vermedim be! Sen kim oluyorsun?! Bir Recep Adanır mısın yani?”

Sustum. Teşekkür ettim ve odadan çıktım.”

Daha sonra beş bin lira karşılığında İzmirspor ile anlaştı Metin Oktay. O sene 17 gol atarak gol kralı oldu ve formasını taşıdığı takımını da Mahali Lig Şampiyonu ilan etmişti.

Tüm bu yaşanan gelişmelerin ardından bütün gözler Metin’e çevrilmişti. Galatasaray’ın yakın takibine giren Metin, hayatının kendisi için en önemli kararını almak üzereydi. O dönemin yöneticisi olan Necdet Çobanlı Metin Oktay’ın görücüye çıktığı günü şöyle anlatıyor:

“Yıl 1955… Bir gün rahmetli Gündüz Kılıç, Muzaffer Bozok’la bana “İzmir’de bir çocuk varmış, hadi gidip O’nu görelim” dedi. Rahmetli Rauf Halat’ın arabasıyla maceralı bir yolculuktan sonra İzmir’e vardığımızda yer yerinden oynuyordu. Basın, Gündüz Kılıç’ın İzmir’in gözbebeği Metin Oktay’ı almaya geldiğini açıklamıştı bile.

Kötü kötü bakışlar arasında maça gittik. Rahmetli Kılıç, 15 dakika Metin’i seyrettikten sonra Bozok’la bana “alalım bu çocuğu” dedi. Metin’in 15 dakikalık gösterisi bize yetmişti. Sonra kalkıp stattan ayrıldık.

Biz, İzmirlilere yakalanmamak için gece yarısı, gizli gizli duvar kenarlarında, o zamanlar Metin’in Fikret ağabey dediği kimseyle sürdürüyoruz görüşmeleri. Ya Rabbi ne bitip tükenmez saatler! Ne bitmeyen konuşmalar… Ama buna Metin’in kaprisleri sebep oluyor sanmayın! Sadece benim avukatlığımın yarattığı ukalalığım sebep oluyor görüşmelerin, pazarlığın uzamasına…

Yok Metin kendisinden bekleneni vermeyecekmiş, yok yağmur-çamur olur da oynamazsa ne olurmuş… Ukalalık dedim ya! Anlayın işte, Metin’e daha ilk günden neler çektirdiğimi. Hem de ne için bilir misiniz? Beş yıllık kontrat karşılığında sekiz bin lira için! O zamanki değerle dahi ağza alınmayacak bir para sekiz bin lira!

Fakat nereden bilebilirim o tertemiz yüzlü İzmirli Metin’in bir gün yeri doldurulamayacak “Kral”ımız olup beni utandıracağını?... Kendisine defalarca anlattım bu utanç hissimi… Onun için 31 yıl sonra en samimi hislerle Metin’e “affet beni Kral” diye sesleniyorum…”

Metin Oktay’ın Galatasaray’a transferi süresince para konuşulmamış, taksi plakalı Chevrolet marka araba karşılığında transferi gerçekleşmiştir. Çünkü “ben insanlarla para konuşamıyorum” diyordu Metin, “sevgi her şeyden önce.”

Metin Oktay… Hayatı hızla akıp gitmeye devam etti. Büyük bir aşka evlendi. Bütün futbolseverlerin gönlünde büyük bir yere sahip oldu.

AĞLARI YIRTAN GOL

Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanan her maçta, tarih boyunca bambaşka bir hava olmuştur. Sanki bahar bunun için vardı. Bir hafta öncesinden başlayan hazırlıklar, geceden o günkü maç için sabahlamalar… Sanki İstanbul iki farklı renge hazırlanırdı. Suyun bir tarafı kırmızıysa, öte tarafı lacivert olurdu. Taraftarların heyecanı bütün şehri etkisi altına alırdı. Maça önceden gidilir ya da kahvelerde önceden yer ayrılırdı. Karton şapkalar, uzun plastik balonlar, naylon bayraklar… Derbinin olduğu gün bahar olurdu, bayram olurdu, insanın doğum günü olurdu.

Ben kadın olarak bu düşünceyi tasvip etmesem de; O dönem Fenerbahçe Kulübü Başkanı Agâh Erozan’ın sık sık tekrarladığı çok ünlü bir sözü vardı. Şöyle derdi: “Türk futbolunun anası-babası Fenerbahçe ile Galatasaray’dır! Kim kimi yenerse, ikinci maça kadar evin erkeği o olur.”

1959 yılının 10 Haziran günü oynanacak olan Galatasaray Fenerbahçe maçı milli lig açısından büyük bir önem arz ediyordu. Futbol Federasyonu, maçın kritik olması yüzünden Yugoslavya’dan hakem getirmeye karar vermişti. Federasyon bile, o yüksek tansiyon içerisinde yerli hakemlerin maçı bitiremeyeceklerine inanmıştı.

Metin Oktay ağları delen golünü anlatıyor:

Spor basınında da maçın tansiyonu yükselmişti. O yüzden Belgrad’dan Yeşilköy’e inen Yugoslav Havayolları’ndaki hakemin üzerine çevrilmişti bütün gözler. Zaten hakem Yeşilköy’e inince neye uğradığını şaşırmış o kadar gazeteciyi karşısında görünce. O arada şaka da yapmış, “Pardon! Ben Avrupa finali yönetmeye mi geldim?” diye…

Maçtan bir gece önce Yeşilköy’deki Çınar Otel’de Yugoslav hakemin üç Fenerbahçeli yöneticiyle birlikte yemek yediği görülünce İstanbul’da kıyamet koptu tabii. Galatasaray Kulübü’nün telefonları yüzlerce ihbarla çalıyordu: “Maç, Çınar Otel’de masa başında, hem de içki masasında satıldı! Yugoslav hakem Fenerbahçe’yi galip getirmek için ne lazımsa yapacak!”

Bunun üzerine Galatasaray Kulübü maçın hakeminin değiştirilmesi için federasyona başvurdu. Fenerbahçelilerle yemek yiyen hakem, bu itirazdan sonra ne yapacağını şaşırmıştı. Gazeteciler, Çınar Otel’de Yugoslav hakeme “Şimdi ne yapacaksınız?” diye sorunca, adam ağlayıp sızlanmaya başlamış: “Ben bu yüzle memleketime dönemem. Ne olur, lütfen Galatasaraylılara iletin. Maçı namuslu bir şekilde yöneteceğim!”

Bu mesajdan sonra Galatasaray Yönetim Kurulu, olağanüstü bir toplantı yaptı ve meselenin üstüne gitmeme kararı verdi. Ve o Yugoslav hakemle iki takım sahaya çıktı…

10 Haziran 1959… Dolmabahçe Stadı ezeli mücadeleyi bekliyor. O sıcağa rağmen bütün tribün hınca hınç dolu ve rengârenk.

Ve maç başlamıştı. İki takımın da hırsı, tribünlere yansıyordu. Boş top ceza sahasının üzerine süzüldüğü zaman Metin Oktay ve Özkan Arkoç topa birlikte yükselmişlerdi. Özcan Arkoç topa yükselmek için Metin Oktay’ın sırtından müdahalede bulununca dengesini kaybetmiş ve her ikisi birden yere düşmüştü. Tribünler Özkan’ı Metin’in düşürdüğünü zannedip iyice kızışmıştı.

O sırada Fenerbahçeli Naci Erdem ve Basri Dirimlili ile konuşan Metin Oktay, diz kapağına tekme yedi. Tekmeyi atan Avni idi. Bunun üzerine Metin Oktay da ona bir yumruk attı. O andan sonra saha içi ve tribünler iyice karıştı. Galatasaray antrenörü George Dick, Eşref Aykaç, Muzaffer Bozok ve menajer Osman İncili, Metin’i olaylardan sıyırıp saha dışına kaçırmaya çalışıyorlardı. O kargaşa arasında da yönetici Muzaffer Bozok ve menajer Osman İncili, Yugoslav hakeme kızıp; “Utanmaz adam! Otel’de yediğin yemeklerin bedelini mi ödüyorsun?!” diye bağırıyorlardı. Hakem de Türkçe bilmediği için boş gözlerle etrafına bakınıp yardım istiyordu. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra Yugoslav hakem Metin’i sahadan attı. O güne kadar sahadan atılmayan Metin hıçkıra hıçkıra ağmaya başladı. O anda büyük bir şok yaşayan Metin Oktay, sahadan çıkmadan önce ona kötü sözler sarf eden Fenerbahçe tribünlerini selamladı. O andan itibaren saha ve tribünler iyice sakinleşti ve hakem bu kararından vazgeçti. Tüm bu olaylar yedi dakika içinde olmuştu. Karar değişince Metin Oktay sahaya geri döndü. İşte tam bundan sonra geldi o ağları delen gol. Hem de ne gol! Öyle bir vuruş ki ağları deliyor.

Nuri, Metin’e bir pas atmıştı. Metin sol tarafa kaçarken Fenerbahçeli Osman üzerine doğru gelmişti. Onu atlatıp aut çizgisine doğru ilerledi. Önündeki topa dar bir açıdan vurmak zorunda kalan Metin, başını kaldırdı ve kale içindeki bir noktaya tüm kuvvetiyle vurdu. Fenerbahçeli kaleci kaleyi kapatsa da gol Fenerbahçe ağlarına girmişti. Gol olduğunu önce kimse anlamamıştı. Yugoslav hakem önce aut kararı vermiş, ağların delindiğini görünce gol kararını vermişti. Ve o gol futbol tarihine altın harflerle kazındı.

Maçtan sonra, soyunma odalarının tünelinde Fenerbahçe’nin eski kaptanlarından Fikret Arıcan, Dr. İsmet Uluğ’a Metin Oktay’ın da duyabileceği bir şekilde şöyle diyordu: “Vallahi azizim, bizim zamanımızda topa en iyi vuran adam Bekir’di. Ama itiraf edeyim ki Metin daha iyi vuruyor!”

Zaman geçiyor ve kader ağlarını örüyordu.

Evlilik ve Kader

O dönem sallantıda olan evliliği yüzünden yaşadığı sıkıntılar tüm Türkiye’de büyük yankı uyandırmıştı. Galatasaray’ı bırak İzmir’e dön diyen eşi ve eşinin ailesi, Metin Oktay’ın kaderini belirlemek üzereydi. İstanbul’daki evi boşaltan eşi Metin Oktay için satış ilanı vermişti. Bunun üzerine Galatasaraylı taraftarlar yardım kampanyası düzenlemişti.

Bir sabah uyanıp kararını veren Metin Oktay, “Ben parayı Galatasaray’a tercih edemem. Transferde ok sevdiğim kulübümü tercih ediyorum.” Diyordu.

Ansızsın beliren karanlıkta hayatının belki de en sıkıntılı dönemlerini yaşamaya başlıyordu. 14 Eylül 1960 tarihinde kulüp lokalinde otururken sıra dışı bir olay yaşanıyordu. İki polis eşliğinde bilinmeze doğru yürüyordu Metin. Bunun nedeni ise o dönem polis muhabiri olan Halit Çapın’ın Metin Oktay hakkında yaptığı şu haberdi:

“Alkışlanan adam koskoca İstanbul’da bulunamıyor! İstanbul polisi, Mithatpaşa Stadı’nda her maça 25-30 bin kişinin gönlünde taht kuran Metin Oktay’ı bulamıyor!”

Karşıyaka Askerlik Şubesi’nin ihbarıyla askere 8 gün geç gittiği iddiasıyla yakalanma emri çıkarılmıştı. 45 günlük bir hapis hayatının ardından Metin Oktay için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Bir süre sonra Palermo takımına transfer olan Metin Oktay, büyük bir umutla yeni hayatına adım atacakken, Türkiye’deki arkadaşları da onu yalnız bırakmıyordu.

Gündüz Kılıç o günün bir gazetesine yazdığı bir mektup herkesin dilindeydi.

Baba Gündüz Palermo Kulübü başkanına bir mektup yazmıştı:

“Sinyor Casimiro Vizzini.

Palermo Union Sportiva Kulübü Başkanı.

Palermo – İtalya

17.07.1961 İstanbul.

Sayın sinyor,

Sizinle tanışmıyoruz. Hemen kendimi tanıtmam lazım. Ben Galatasaray futbol takımı menajeriyim. Yani Metin Oktay’ın eski menajeri… Artık Metin Palermolu oldu. Kaç günden beri kulübünüzle anlaşma hikayelerini, gazetelerde okuyor; resimlerini görüyoruz. Fakat bilmem nedense anlaşılmaz derecede katılaşan, uyuşan hislerimle olanları bir türlü değerlendiremiyordum. Bugün Metin, memleketimizdeki erişilmez şöhretinin içinden gelerek, inanarak baş yazıcıları olmuş olan Türk basını mensuplarına bir veda ziyafeti verdi.

Ben de davetliydim. Hepimiz görünüşte çok neşeliydik. Amma… hepimiz de hissediyorduk ki bu içimizi sızlatan müşterek bir acıyı örtmeye çalışan yapmacık, feragat dokulu ve son derece rutubetli bir neşe idi… Nitekim Metin, toplantının sonlarında birdenbire sararan bir yüzle ayağı kalktı. Gözlerindeki nem damlaşarak boşalmasın diye, kendini tuta tuta titrek bir sesle konuştu… Memleketinden, anasından, kulübünden, arkadaşlarından ayrılmanın; yapayalnızlığın, yabancılığın soğuk koynuna atılmanın üzüntülerini öyle duyarak anlatıyor… Orada da onu yalnız bırakmamanız için öyle çocuğumsu yalvarıyordu ki, sizinle yaptığı görüşmelere hatta resmi mukaveleye rağmen hala donuk; inanamaz kalmış olan içim birdenbire kopasıya burkuluverdi… Metin sahiden gidiyordu…

Hayır! Hudutsuz kaderimin size kırılmaya kadar genişleyebileceğini düşünmeyin sakın… Zira serinkanlı düşünebildikçe biliyorum ki zamanı gelince azı dişi, eti yarar ve çıkar… Su kaynayınca kabından taşar. Evlat da kısmeti çıkınca evden kaçar. Bütün bunlara kimse mani olamaz. Kısmet dedim de aklıma geliverdi. Ne yalan söyleyeyim, size karşılık şimdi hakiki duygumuzda, sevgili oğlumuzu iç güveyliğine kabullenen zengin bir kayınpedere karşı duyulabilecek kekremsi hislerden pek de farklı değil doğrusu. Ah sinyor…! Belki, sizce basit bir mukavele ile bağladığınız o insanın size neler kazandırdığını ve kazandıracağını katiyen bilemezsiniz…

Mükemmel bir futbolcu! Her sezon riyazi bir katiyet gibi, söylediği kadar gol atan bir futbol kralı… Gençliğine rağmen inanılmaz derecede olgun, karakter sahibi bir insan!

Herkese yardıma hazır bir hayırsever… Hayır hayır! Bütün bunlar hiçbir şey değil. Siz Palermo’ya dünyada hiçbir kulübe nasip olmayan muazzam bir taraftar kitlesi kazandırıverdiniz! Şimdi Palermo Union Sportiva’ya kalben bağlı, otuz milyon Türk taraftarınız var, inanın…!

Küçücük Türk yavrularından tutun da beli bükük ihtiyar Türk ninelerine kadar Metin’in başarısına dua edecek, Metin’in atacağı golleri özleyecek, dolayısıyla Palermo’nun zaferlerini bekleyecek otuz milyon Türk dostunuz var artık… Siz bu kadar üzerinde titrenen bir kıymete sahip olduğunuzu nereden bilebilirsiniz ki… Ne olur, ona iyi bakın! Ona babacan davranın. Ne kadar büyürse büyüsün, daima sevgiye, şefkate muhtaçtır Metin… Belki de muhitine cömertçe dağıttığı sevgi ve şefkat akümülatörlerini şarj edebilmek için…

Eminim ki birkaç yıl sonra, memleket hasretine dayanamayıp vatanının sahalarına koşacak olan Metin’in arkasından siz de bana, tıpkı benim gibi gözyaşlarınızla ıslatacağınız bir mektup yollayacak ve hislerimi o zaman daha iyi anlayacaksınız. Metin’imiz İtalya’da, Allahtan sonra size emanet sinyor…

Sevgi ve saygılarımla.

Gündüz Kılıç”

Fakat her şey, her zaman yolunda gitmiyordu. Palermo takımındaki gruplaşmalar, saçma hırslar, antrenör baskısı ve sakatlığı nedeniyle sıkıntılı günler yaşayan Metin Oktay, İstanbul’daki günlerini mumla arar olmuştu.

Olaylı Palermo günlerinin ardından deyim yerindeyse koşarak İstanbul’a gelmek istiyordu Metin Oktay. Öyle de oldu. Gündüz Kılıç’a yazdığı bir mektupla bir an önce İstanbul’a gelip Galatasaray’da oynamak istediğini söyledi.

Son Maçlar ve Jübile

“Top beni bırakmadan ben onu bıraktım.” Diyordu Metin Oktay. Diğer futbolculara oranla daha erken bir yaşta futbolu bıraktı. Bunun nedeni yaşanan yanlış anlaşılmalar ve atılan iftiralar olmuştu. Birkaç futbolcu arasında gelenek hale gelen, evli arkadaşlarla haftada bir, bir evde buluşma olayı, Metin Oktay’ın başına hiç de istemediği şeyleri getirmişti.

Son toplantı Turgay Şeren’in evinde olurken, futbol konuşmanın yasak olduğu bu güzel gecenin sabahında olaylar patlak vermişti. Gündüz Kılıç, Metin Oktay’ın babası, baba Gündüz’ü ile arası bozuluvermişti bir gecede, hem de onun hiç haberi yokken.

Toplantıda bulunan futbolcu arkadaşı Ergün Acuner idmandan önce Gündüz Kılıç’a şunları söylemişti:

“Baba dün akşam Turgayların evinde toplandık. Hanımların da bulunduğu o toplantıda hep sen çekiştirildin. Üstelik senin ayağını kaydırmak için, dün geceki toplantıda karar bile alındı.”

Yaşanan bu olaylar Metin Oktay’a büyük acı vermiş, kendisini futbolu bırakmaya kadar götürmüştü. 23 Ağustos 1969 tarihinde belki de futbol sahalarında bir daha göremeyeceğimiz anları bizlere yaşatmıştı. Kadim dostu Can Bartu ile formasını değiştirmiş, kendisi 10 dakikalığına Fenerbahçeli, Can Bartu ile Galatasaraylı olmuştu.

Metin Oktay… Ağları delen, tüm insanların kalbinde kendine yer açan bir futbolcu, bir insan. İlerleyen zamanlarda kendisini üzecek ve sevindirecek nice olaylar yaşayacak olan Metin Oktay. Taçsız Kral olacak olan Metin Oktay… Bir gün jübile yapacak ve on dakikalığına da olsa kadim dostu Can Bartu ile formasını değiştirecek olan Metin Oktay. Yaptıkları ile gençlere ve sonraki nesillere yol gösterecek olan Metin Oktay. Ve talihsiz bir kaza sonucu aramızdan ayrılacak olan Metin Oktay… Sadece döneminin değil, tüm zamanların en iyi futbolcusu olan Metin Oktay. Sevgi ve rahmetle…

YORUM YAZ