MENÜ

Kaostan beslenenler var!

Can Çobanoğlu, her gün yeni bir gerilime sahne olan Türk futboluna teşhisi koydu.

Kaostan beslenenler var!

Avustralyalı bir arkadaşım, İstanbul trafiğine girdiği an dedi ki: Sizde kaos var. Ama basit değil, sistematik kaos. Fakat bu nasıl oluyor? Bu kaos ortamında kaza olmadan trafik olağan bir şekilde nasıl akıyor!

O an anladım ki, biz kaosu da kendimize göre sindirmişiz. Ülke bu, ülkenin futbolu da farklı olamaz ki! Kurumsallaşma yok, kandırıcı demeçler, kalıplaşmış eylemler var. Bu şekilde kaostan çıkamayız.

Son yaşananlar ortada. Bir büyük konuşunca, diğeri ‘bana durmak yakışmaz’ dedi. Ardından diğer büyük de kısaltılmış biçimde ateşe benzin döküp, küllenmekte olan modayı yeniden podyuma taşıdı.

Türkiye’de hiç bir başarı cezasız kalmıyor! Başarı getiren biri tebrikten sonra tehdit ediliyor! ‘Çok güldük, eyvah, kötü bir şey olacak’ diyoruz ya! Artık şu kaos manyaklığından kurtulmak zamanı geldi de geçiyor.



* Türk Futbolu’nun ana sorunu nedir sizce?
Türkiye sistemsizliğine son vermedikten sonra, sürekli gelip geçici başarıları konuşuruz. Birbirimizi yendiğimiz zaman da önemli bir iş yaptığımızı zannederiz. Bu durum, Milli Takım hocasını seçerken de işliyor. Milli takım hocası isim isim seçilmez. Önce sistem, program belirlenir, ondan sonra hocaların isimleri konulur.

* Sistemsizlik için şu örnek doğru mu? Mesela Messi, Barcelona’da inanılmaz işler yapıyor, ama aynı ölçüde Arjantin Milli Takımı’nı uçuramıyor!
Kesinlikle doğru. Bakın Hırvatistan’a... Dünya üçüncüsü oldular. Daha sonra bir ekonomik kriz yaşadılar. Kadrosu kötü mü Hırvatistan’ın? Değil. Uzun süre suskunluk yaşamalarının sebebi; bizim Dünya Kupası’ndan sonra yaşadığımız sistemsizlik ile aynı. Sistem dışı, ancak istem dışı değil altını çiziyorum, isteyerek ve iyi niyetle yapılmış arabesk düşüncelerin kurbanı oldu iki ülke de. Biz futbolda sadece paraya gözü dikiyoruz. Yok efendim, futbolcu şu kadar para almış, bu parayla neler neler yapılırmış. Futbolcu o kadar para alacak! Ama mesleğinin de hakkını verecek. Bütün enstrümanların doğru sesi verdiği iyi bir orkestra olmaktan bahsediyoruz. Üstelik bu organizasyon, 24 futbolcu ve bir teknik adamla da olmaz. Kulüpler, amatör şubelerine kadar sağlıklı bir anayasayla sağlam zemine oturturmalı. Aksi takdirde geçici başarılarla övünüp dururuz.

* Geçici başarılar dediniz ya... 2002’de Dünya 3.’sü olduk, 2006’da yokuz. 2008’de yarı final oynadık, 2010’da yokuz. Galatasaray, UEFA Şampiyonu oldu, gerisini getiremedi. Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale çıktı, devamını getiremedi. Aziz Yıldırım’ın ‘Tesadüf’ tezi doğru mu?
Sayın Aziz Yıldırım’ın açıklamasını, ‘ölçeği küçülten talihsiz bir açıklama’ olarak nitelendiriyorum, fakat özüne baktığımda da doğru diyorum. Aslında bu açıklamadan çıkarımlar yapmak gerekiyordu, yapılmadı. Başarıyı sürekli kılabilmenin sırrı; giydiği formayı bayrak olarak görecek, sahada arkadaşları için kavga edecek, takım ruhu zirvede, mücadeleci oyunculardan kurulu kadrolardır. O dönemin Galatasaray’ına bu pencereden bakın. Tek kolla oynayan Bülent Korkmaz’ı, parmağı kırık oynayan Hakan Şükür’ü, 30’luk delikanlı Hagi’yi, arkadaşlarına diplomatlık yapan Popescu’yu, aristokrat mertebesine ulaşmış, takımın kanaat önderliğini yapan Taffarel’i hatırlayın. Hangi işi yaptığını bilen çocukların yanına böyle adamları koyduğunuz zaman başarı kaçınılmaz oluyor.



Sami Yen’deki protesto doğru değil

* Üç Büyükler’in şu anki sıkıntısı bu mu?
Evet... Artık sadece ‘Büyüklük’ perdesinin arkasına sığınıp sahada yokları oynarsanız; Beşiktaş ve Galatasaray’ın yaşadığı gibi, kötü gidişat kaçınılmaz olur. Yani ‘Leyleğin ömrü laklakla geçer’ lafına benzer davranışla, sadece isminizle, bütçesi küçük takımlara karşı üstünlük kuramazsınız. Fenerbahçe’de rakibi ısıran, seyirciyi stada çeken futbolcu sayısı çoğaldı ve takımın duruşu değişti.

* Ali Sami Yen’deki protesto da bu yüzden mi?
Kesinlikle... Galatasaray “Top ayağıma gelsin de oynayayım” takımı haline geldiği için çöküşe geçti. Peki bu protestolar doğru mu? Yanlış! Protestonun da bir haddi olmalı!

* Bu sadece futbolun değil, Türkiye’nin bir gerçeği değil mi? Sporundan tutun, ticaret, tarım ve siyasetine kadar her yerde aynı sorunlar var!
Doğru... Bir anımı anlatayım bakın. Avustralyalı bir arkadaşım geldi, havalimanından aldım onu. Arabaya bindiği andan itibaren dehşete kapıldı. O kadar korkmuştu ki, gideceğimiz yere kadar sımsıkı tuttuğu koltuğu hiç bırakmadı. “Ne oldu? Konuşsana” dedim. Yanıtı şuydu: “Sizde kaos var. Ama basit bir kaos değil, sistematik bir kaos. Fakat bu nasıl oluyor? Yani sizdeki bu kaos ortamında nasıl oluyor da hiç bir kaza olmadan olağan bir şekilde trafik akıyor?” İşte ülkemizin aynası! Biz kaosu da kendimize göre sindirmişiz. Buradan futbola dönecek olursak... Kurumsallaşmayı rayına oturtamazsanız, taraftarı kandıracak demeçler verip kalıplaşmış eylemlerden sıyrılamazsanız, camianızı kaos döngüsünün içinden çıkartamazsınız.

Erman’ı kovmakla değer yükselmez

* Kaosu biraz daha açalım mı?
Mesela Aziz Yıldırım... Tecrübelerine dayanarak, ligin aleyhine döndüğü bir dönemde federasyona yüklendi. Eskişehirspor maçı sonrası dedi ki; “Hakemler böyle devam ederse, Kulüpler Birliği Başkanlığı’nı bırakırım!” Kulüpler de birleşip Aziz Başkanı bırakmamak için karar aldılar. Çünkü ihale vardı. Yıldırım devam etti, kulüpler ihaleden istediklerini aldı. Peki bizlerin beklediği ‘marka değeri ve güzel futbol’ ne oldu? 160 milyon dolardan, 321 milyon dolara yükselen ligimizin maddi değeri, marka değeriyle eş değere ulaşmadı. Erman Toroğlu’nun görevine son vermekle marka değeri yükselmez ki! Şekip Mosturoğlu’nun, “Yenilince konuşuyorsunuz diyordunuz. Şimdi galip geldik, yine konuşuyorum” açıklamaları ligin marka değerini mi yükseltti?

* Haklısınız, fakat tüm suçlu yöneticiler mi? Hakemlerin hiç suçu yok mu?
Altını üç kere çiziyorum; Hakemleri hem koruyucu hem de tam profesyonel yapacak kurallar konulmalı. Hakemler başka iş yapmamalı. Bu ülkede hakemler “Senin patronunla görüşürsem” diyerek tehdit edilmedi mi? Ayda 700-800 lira maaş alarak çalışan gazetecileri, yazdıkları bir haber nedeniyle yazı işleri müdürüne şikayet eden kulüp başkanları yok mu? Elbette herkes dikkatli olacak. Eline kalem alan herkes onu istediği yere saplama hakkını kendinde bulmamalı.



Kriz yönetecek idareci yok

* Görüntü nasıl peki şu günlerde!
Kulüpler kendi kendine komplo teorileri üretiyor. ‘Rabbena hep bana’ diyerek olayları kendine yontuyor. Kaoslar yaratıp bundan nemalanmak isteyenler var. Fakat uzun vadede bundan kimse medet ummasın. Çünkü Türk futbolu ne zaman zirveye ulaşırsa; işte o zaman bu işten para kazanan futbol emekçileri, gazeteciler, stat önündeki köfteciler o derecede kazanç sağlar. Baksanıza; kriz çıkarmakta uzman olduk. Ancak asıl maharet, krizi yönetmek. Türkiye’de profesyonel anlamda kriz yönetebilecek yönetici yok. Çocukluğumuzdan beri ‘kriz ortamında’ yetişiyoruz. ‘Aman terleme hasta olursun’, ‘Koşma düşersin’, ‘Çok güldük başımıza kötü bir şey gelecek!’ anlayışında bir toplumuz. Artık kaos manyaklığına son verelim!

* En çok şampiyonluk Fenerbahçe ve Galatasaray’da... 17 kez olmuşlar. Ancak olaya bir de şu açıdan bakmak gerekmiyor mu; 34 kez de olamamışlar!
İşte bu... Hiç bir takım her yıl şampiyon olamaz. Böyle bir ligin tadı tuzu olmaz ki. Bakın İskoçlar’a... Ya Celtic ya Rangers şampiyon. Peki İskoç futbolu nerede? Yöneticiler, her sene aynı senaryolarla, taraftara yaranacağım diye yapılan yalan isyanlarla ortalığı bulandırmasınlar artık. Hakem konuşmayı da bir kenara bırakalım. Sorunları çözelim. Ama bunu yaparken, “Hakemler de insandır” gibi klişe laflar değil, daha yenilikçi yaklaşımlar geliştirelim. Unutmayın; Bugünkü teknolojiyle futbolu sıfır hatayla yönetirsiniz, ama futbolu sokağa taşıyan tartışmaları öldürür ve bu sporun popülerliğini bitirirsiniz.

Fener istedi, Arda kaptan!

* Dönelim ligimize... Bir Beşiktaş-Trabzonspor maçı izledik ki!
İki teknik adam da harika hazırlanmış. Rakibin eksi-artılarını analiz etmişler. Futbolcular da yapabileceklerinin tamamını yaptılar. 17-18 pozisyonlu bir maç izledik, ama gol yoktu! Bu kadar çok pozisyon bir gol getirmiyor. Ancak benim takıldığım nokta başka. Taraftar Yusuf’u ıslıklıyor, Trabzon’a küfrediyor. Neden ıslıklıyorsun? Arkadaş, siz değil misiniz “Mücadele etsinler, yenilsinler” diyebilen. Takımınız mücadele etti, yenemedi. Bu, toplum psikolojisi. O adamlar yarın yine stada gidecek, yine aynı şeyi yapacak işte.

* Tepkilere girmişken, Arda’yı da unutmayalım.

Arda konusu özel bir dosya. Bir futbolcunun gelişimi, onun üzerine verilen yük, o yük altında kendi hayatını düzene koyma çabaları ve hem kulübün hem de taraftarın kendisine yaklaşımı... Bakın, biz çalışırken milli takımda önemli bir olaya imza atmıştık. Ersun Yanal, ben ve Turgay Biçer; “Milli takımın gelecekteki kaptanını bugünden hazırlayalım” kararı vermiştik. O gün Yıldıray, Emre ve Nihat üzerinde odaklanıldı. Sürekli bahsettiğimiz sistem olayı budur işte. Geçelim Arda meselesine. Aziz Yıldırım bir şey söyledi, Galatasaray hemen kararı verdi: “Arda’yı hemen kaptan yapalım. 250 bin Euro alıyor, 2.5 milyon Euro’ya çıkartalım.” Böyle yaparsanız, sonuçlarına katlanırsınız. Siz, geleceği önceden tahmin etmelisiniz.

Kalli, A Takım’a inanmamıştı!

* Kulüpler yönetilmiyor mu?
- İstanbul’da bir semt takımının 21 trilyon borcu var. Bu nasıl olur? Nerede Kocaelispor? Bu nedenle sistemden bahsedip duruyorum.

* Arda, “4-4-2’yi milli takımda öğrendim” demiş.
O kadar doğru bir laf etmiş ki... Feldkamp’ın Galatasaray’a ilk geldiği dönem... Bir yönetici anlattı bana. İlk idman sonrası yukarı çıkıp şunu söylemiş: “Beni A Takım’a getirdiğinizi söylüyorsunuz, ama defans oyuncularım rakip hücum oyuncularını nasıl karşılayacaklarını, nasıl pozisyon alacaklarını bilmiyor. Bunlar A Takım’a nasıl geldiler...” İşte bu yüzden Arda’nın söylediği doğru. Alt yapıda çocuğun önüne topu atıp, küfür kıyametle oyuncu yetiştirme dönemini bitirmemiz lazım. Alt yapı hocalarına özen göstermeli, değer vermeliyiz. Federasyon bu işe el atmalı.

* Cevat Güler, Önder Özen nerede?
Türkiye’de hiç bir başarı cezasız kalmaz. Başarı getiren biri tebrikten sonra mutlaka tehdit alır!



Mahmut Özgener ve Yıldırım Demirören ateşe benzin döktü

Beklenileni yaptılar! Bir taraftan büyüğün biri konuşunca, diğeri “Bana da durmak yakışmaz” dedi. Dille değil, mesajla, kısaltılmış biçimde ateşe benzin döküp, geçmiş senelerin küllenmekte olan modasını yeniden podyuma taşıdılar. Taraftarlar ve camia bu konuya nasıl bakıyor? Gelecek için önemli olan bu. Eğer konuşan olduğunda diğerini konuşmaya mecbur bırakıyorsak, diğeri konuştuğunda ise bir başkası ‘tren kaçıyor’ diye konuşmayı marifet sayıyorsa, camialar da bundan hoşnut kalıyorlarsa, bu film sürüp gidecektir. Yalandan ağlamalar, içi boş “Futbolun marka değerini yükselteceğiz” balonları, uçuşup gidecektir önümüzdeki günlerde... İsteyen istediğini aldığı anda “Yapmayalım beyler” frenine asılacak, aklı sıra ‘şark kurnazı’ hedefi bulunca herkesin uyuduğunu sanacak. Eğer biz de oturup bunları böyle seyredip saçmalıklar mezesi olarak yersek, bu hikaye böyle sürecek. Ne cezalar ne de yönetmelikler, duruş ve marka değerini düzenlemeye yeterlidir. Niyetiniz önemlidir, niyetiniz. Son olay ‘kişisel samimiyet ile resmi ilişki’nin arap saçına dönüşüdür. Elbette ki ‘Futbol Federasyonu Başkanlığı Makamı’ önemlidir. Ama 40 senelik dostluk, ondan daha da değerlidir. Özel çekilmiş bir mesajı genele vermek ne kadar yanlışsa, maç ardından böyle bir mesajı yollamak da o kadar yanlıştır. Hoşgörüyü önce başkanlar göstermeli. Seçim zamanı kolkola girip vaat ettikleriyle, beklentilerin kısa mesajla kaosa dönmesini engellemelilerdir.

Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar doğru olanı yapıyor

* Erman Toroğlu’nun ve Ahmet Çakar’ın programlarındaki konuşmaları hakemliğimizi ileri mi götürüyor? Çünkü diyoruz ya; futbol hatalarıyla güzel bir oyun. Üstelik hakemin 1 saniyede verdiği kararı, onlar onlarca ayrı kameradan izleyip hüküm veriyorlar.
Avrupa’da bu tip konuşmaları ve programları göremezsiniz. Türkiye’de sistem böyle işledikçe; Erman hocanın da Ahmet hocanın da yaptıkları doğru. Neden mi? Açıklayayım. İsmi bende saklı bir hakem ile Papermoon’da karşılaştık. Bana şu olayı anlattı: “Maç içinde düdüğü çaldım. Futbolcu koşa koşa yanıma geldi ve ‘Hoca sen bu düdüğü çaldın ama akşam gör bak Erman hoca ne diyecek?’ dedi” Aslında bu söz çok tehlikeli. Futbolcu şunu demek istiyor: “Senin çaldığın düdük değil, akşam kurulacak mahkemede verilecek karar önemli.” Siz, düdük çalana güvensizliği pompalarsanız, insanlar da adaleti başka yerlerde arar. Eğer saha içi adalet sağlanır ve saha içi tartışmaları kesecek sistemi kurarsanız, o zaman zaten böyle programlar kalmaz.

* Başkanlar konuşuyor. Yöneticiler, futbolcular konuşuyor. Acaba hakemlere de söz hakkı versek daha iyi olmaz mı?
Sorunların yaşandığı yer, diyaloğun olmadığı yerdir. Kurumlar arası iletişimin olmadığı yerde, her türlü kavga ortamı rahatlıkla oluşabilir. İletişimi sağladığımız takdirde, toplumun gazını alabiliriz.



Ne Pele, ne Maradona!

* İspanya gol kralının Fener’de düştüğü durum, CSKA’daki efsane Jo’nun yaşadıkları, hep sistemsizliğin sonuçları mı?
Evet... Sistemsizliğin, popülist yaklaşımların getirdiği yıkımlar. Şimdi taraftarlar karar almış; Bundan sonra hangi yıldız gelirse gelsin, havaalanında omuzlara almayacaklarmış. Çok doğru. Ne abartılı karşılayıp bu yabancıları daha ilk adımlarında ‘Pele, Maradona’ ilan edeceksiniz, ne de giderken, “Kaçıp paçayı kurtardık” dedirteceksiniz. Bu detaylar da ‘yap-boz’un bir parçası. İşte tüm bunlar bir araya gelince futbol ülkesi olursunuz.

Yalvarma, ama rica et!

Volkan Demirel’in, “Taraftara yalvarıyorum” diye başlayan bir açıklamasını dinlemiştim. Yanlış mı duydum diye düşünürken, aynı açıklamayı bir daha yaptı. Sen taraftarına yalvaracak konuma düşersen, onların atacağı şişelerin kafanda patlamasını engelleyemezsin. Taraftara yalvarılmaz! Rica edilir. Elbette taraftarsız kulüp olmaz. Ama kulüpsüz taraftar da olmaz. Sözün özü, herkes durması gereken yeri bilecek. Fenerbahçe’nin kurumsallık adına yaptığı hamleleri biliyoruz. Fakat Volkan bu açıklama sonrası uyarılırsa ‘sistem kurulmuştur’ denilebilir.

5

Haberin Devamı
YORUM YAZ