MENÜ

Esra Karagöz Q7 ve Volkan'ın saha içi davranışlarını değerlendirdi

Spor Psikoloğu Esra Karagöz Beşiktaş - Fenerbahçe derbisinde kırmızı kart ile oyun dışı kalan Quaresma ve Volkan Demirel'in saha içindeki hareketlerini Fanatik için değerlendirdi.

Esra Karagöz Q7 ve Volkan'ın saha içi davranışlarını değerlendirdi

Modern futbolda bir futbolcu, sahanın yarısından fazlasını koşabildiği en hızlı haliyle neden koşar? Maçın daha ilk yarısında, enerjisini ve konsantrasyonunu maçın tamamına yayması gerektiği halde tüm gücüyle sahayı kat edebilmesinin altındaki motivasyon veya düşünce nedir?

Sanırım bir sporcu doğru zamanda, doğru yerde olmak ve “yapabileceği en iyi şeyi” yapmak için tüm gücünü ortaya koyar. 100 metrede ipi göğüslemek, savunma oyuncusu için boş kaleye giden topu taca atabilmek gibi herhalde sporcuların “hayalindeki” sahneye ulaşabileceği anların tümü; bir insanı diğer tüm etkenlerin dışında, yorulmaksızın, tüm gücüyle hedefine koşabilmesini sağlar. Yanlış anlaşılmasın, geçtiğimiz akşam oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe maçından değil, bundan 16 yıl önce atılmış ve futbol tarihinin en muazzam gollerinden biri olan Dennis Bergkamp’ın golünden bahsediyorum.

Bergkamp (uçak fobisi nedeniyle de ünlü olan “Uçmayan Hollandalı”), kendi yarı sahasında topu Pires’e aktardıktan sonra tüm yarı sahayı gidebileceği en hızlı şekilde koşarak ceza yayına yaklaşırken elini kaldırmış ve Dabizas’ı futbol derslerinde örnek olarak gösterilecek sihirli bir ilk dokunuşla geçerek futbol tarihinin beceri ve teknik olarak en iyi gollerinden birini attıktan sonra pası atan arkadaşı ile kucaklaşarak gol sevincini paylaşmıştır.

“Oyun dışı” saldırgan davranışlar

Bu romantik futbol tablosundan sonra konumuza dönelim. Spor psikolojisi yazınında “saldırganlık” tanımlanırken; sporun doğası gereği kodlanan ve kurallar dâhilinde olan davranışlar, kural dışı ve rakibine fiziksel ya da psikolojik olarak zarar vermeyi amaçlayan davranışlardan birbirlerinden ayrılmıştır. Topu alabilmek için rakibe sert bir müdahalede bulunmak ile rakibe topun olmadığı bir alanda yumruk atmak birbirlerinden oldukça ayrı saldırgan davranışlardır. Beşiktaş-Fenerbahçe maçında ise seyircisi olduğumuz 3 kırmızı kart da “oyun dışı” saldırgan davranışlar olarak tanımlanabilir. Top oyunda değilken rakibi itme, vurma, itiraz ve seyirciyi tahrik edebilecek bir gol sevinci gibi.

Esra Karagöz Q7 ve Volkanın saha içi davranışlarını değerlendirdi


Oyunun içerisinde görülebilecek kartlar –rengi ne olursa olsun- futbolun doğası gereği oluştuğu için ayrı bir analiz ve bakış açısı gerektirir. Ancak oyunun dışında kalan davranışların getirdiği kartlar bizlere oyuncular, takımlar ve futbolun kendisi ile ilgili işe yarar ipuçları veriyor. Alper Potuk’un ikinci sarı karttan sonra Tolgay’a oyun dışı fiziksel müdahalesi hakem tarafından ikinci sarı kart ve kırmızı kart ile cezalandırılırken Tolgay’ın Alper’e oyun dışı bir temasının olmaması, Alper’in “refleks” olarak agresif bir tepki vermesi ve devamındaki pişmanlığını içeren sahneyi zihnimizde canlandırıp bir kenara not edelim.

Maçın ikinci yarısında oyuna giren Quaresma’nın kırmızı kart gördüğü ve devamındaki pozisyonları da yine aynı bakış açısı ile incelersek, aynı şekilde oyunun durduğu bir an ve rakibin bir müdahalesinin sonucunda hakemin kırmızı kart ile cezalandırdığı pozisyonda, Quaresma’nın sahayı birbirine katacak kadar kendini kaybetmesi, öfkesini dindirememesi hatta sahayı terk etmeden Mehmet Ekici’ye yumruk atması, yaptığı hareket ile ilgili Alper gibi pişman olmadığı anlamına gelebilir.

Kanat oyuncuları için evleri kadar güvenli bir yer olan kendi tribünün önünde bu derece bir saldırganlık yukarıda bahsettiğimiz şekilde açıklanan saldırganlık düzeylerinden biraz farklı. Çünkü çoğu zaman profesyonel futbolda, rakibi kızdırmak, oyundan atılmasını sağlamak veya motivasyonunu düşürmek gibi ikincil düşüncelerle sergilenen ve takımın “işine yarayan” saldırganlık; Quaresma’nın hareketlerini açıklayamamaktadır. Daha birkaç gün önce takımını aynı tempodaki bir maçta kurtaran bir oyuncu, takımının elindeki tüm avantajlı koşulları –hatta rakibini de- elinin tersiyle iterek atılabilmiş; hatta takımını muhtemelen birkaç hafta daha yalnız bırakabilecek “performansını” sergilerken, muhtemelen takımının işine yarayacak herhangi bir sonuçla bağdaşabileceğini düşünmemiştir.

Aslında haber başlıklarında “Q7 ve Çetesi” gibi tanımların neden “Q7 ve Tayfası” olmadığını, takım ile ilgili motivasyonların bireysel motivasyonların önüne geçememesi sayesinde anlayabiliriz. Kariyerinin çoğunda top ayağında değilken veya savunma yaparken konsantrasyonunu üst düzeyde tutmakta zorlanan bir oyuncunun, topun ortada olmadığı bir “kavga” anında dakikalarca herhangi bir rakibine zarar verme amacıyla koşabilmesi, tutulamaması ve sakinleşememesi de Quaresma kalitesindeki bir oyuncunun bile “neye” motive olup olmaması gerektiğini seçerek davrandığına bir örnek sadece. Aynı olayın devamından bir sahne ile gösteriyi bir sonraki perdeye taşıyalım.

Esra Karagöz Q7 ve Volkanın saha içi davranışlarını değerlendirdi



Sahadaki o “kavga” anında kalesinden çıkıp gelen Volkan Demirel’i, sahaya giren teknik direktörü Aykut Kocaman zorlanarak da olsa kalesine gönderebiliyor. Yine bu sahneyi de zihnimizde not ederek devam edelim. Maça takımının kaptanı olarak çıkan Volkan Demirel, kırmızı kart gördüğü pozisyonda sahadan çıkma konusunda oldukça yavaş davranmasına rağmen kaptanlık pazubandını dakikalar sonra Mehmet Topal’a verebiliyor ya da o zaman bir arkadaşının uyarısı ile fark ediyor. Diğer Fenerbahçeli oyuncular da aynı Volkan gibi dakikalar sonra –hakeme itirazlar gibi diğer olaylardan sonra- Volkan’ın yerine geçecek kaptanın gidip pazubandı alması gerektiğini düşünüyorlar.

Sahnede bir gariplik var

Bir pozisyon öncesinde ise, sarı kartı olan Volkan hakeme defalarca itiraz ediyor ve yan hakeme de dönüp itiraz ettikten sonra kırmızı kart görebiliyor. Aynı Quaresma’nın davranışındaki gibi bireysel hırslarını ve öfkesini hakeme yansıtan Volkan’ın kırmızı kart görmesi bizim için çok sürpriz olmasa da ilginç bir nokta da şu; herhangi bir Fenerbahçeli futbolcu, takım kaptanını sakinleştirmek, kart görmemesi için uyarmak amacıyla bir davranış göstermiyor. Yani pozisyonda kaptan takımını eksik bırakırken, takım da kaptanını kurtarmak için hiçbir şey yapmıyor. Volkan da bu sahnedeki rolünün kaptanlık olmadığını fark etmiş olacak ki pazubandı çıkarmak aklına gelmiyor. Ayrıca bir önce zihnimizde tuttuğumuz sahnede de takımda Volkan’ı uyarabilecek tek kişinin Aykut Kocaman olduğunun altını çizelim. Birkaç adım daha geri gidelim hatta takımın kaptanı Volkan ilk sarı kartı gördüğü pozisyonda kalesinden çıkıp kendi tribünü önüne koşarak gol sevincini yaşıyor, hakem bunu sarı kart gerektiren bir pozisyon olarak değerlendirse de Volkan “sevincini” yaşadığını söylüyor. Ancak yine sahnede yine bir gariplik var. Kalesinden koşarak gelen takım kaptanı golü atan ya da asisti yapan arkadaşlarını tebrik etmeden, temas etmeden, sarılmadan, “kendi” sevincini “kendi kendine” yaşıyor, tıpkı dakikalar sonra Volkan’ın öfkesini kimsenin paylaşmaması gibi. Fenerbahçe gibi bir kulübün, böyle bir maçtaki takım kaptanı rolüne göre oldukça garip bir sahne.

Türk futbolundaki "Uçma korkusu"

Sahada; oyun dışı olan her anda üst düzey çaba sarf eden oyuncular, kaleden karşı kaleye kadar koşan bir kaleci, sahada kaptanını sakinleştiren bir teknik direktör gibi unsurlarla süslenmiş (!) ve sonunu merakla beklediğimiz bir performans vardı. Sonunu merakla beklediğimiz bir aksiyon filmi gibi. Üzerinden 16 yıl geçmesine rağmen hatırlanan üst düzey çaba ve muhteşem bir gol ise yukarıda bahsettiğimiz şeylerin tam karşısında duruyor. Yarı sahayı süratle topsuz geçen Bergkamp, muhteşem golü atıyor ve arkadaşlarıyla kucaklaşıyor. Uçma ile ilgili korkusu kendisini –kısmen- futboldan alıkoysa da, Türk futbolundaki “uçma korkusu” ise bu üst düzey maçta bile bizleri hala futbolun güzelliklerinden mahrum bırakıyor. Bir tarafta yapabileceği en iyi şeyi yapmak için rakip ceza sahasına koşan Bergkamp varken, diğer taraftaki sahneleri ise zaten biliyorsunuz.

Haberin Devamı
YORUM YAZ