MENÜ

İyi takımlar kazanmanın garantisi midir?

Abone Ol Google News

Önceki yazılarımızda futbol tarihinin en iyi iki takımı, 1954’deki Macaristan ve 1974’deki Hollanda Ulusal takımları olduğunu ve ikisinin de o yıllarda oynanan Dünya Kupaları’nda, finalde Almanya’ya kaybettiklerine değinmiştik. Bir üçüncü Milli takım var ki, o da 1982’de İspanya’da yapılan Dünya Kupası’nın çeyrek finalinde İtalya’ya kaybeden Brezilya’ydı. Futbol otoritelerine göre 1970’de Meksika’daki finalde İtalya’yı darmadağın eden Peleli Brezilya’dan sonra sambacılar ilk kez o yıllara dönmenin ipuçlarını vermişti.

Haberin Devamı

Ne var ki hiç kimse Paolo Rossi’nin sahneye çıkıp Ziko ve Soktares’in öncülüğünde Brezilya’nın ilmik ilmik örerek oynadığı kısa paslı ve gösterişli oyununu sonuçsuz bırakacağını tahmin etmiyordu. Öyle ki, İtalya’nın en iyi oyuncusunun ileriye doğru yaptığı pastan daha çok Sokrates topuk pası yapmıştı. Ancak turnuva öncesinde son derece formsuz olan, kupada kendisinden çok şey beklenmeyen Rossi’nin iki bitirici golü Brezilya’nın final hevesini kursağında bıraktı. Gerçi Brezilya üçüncülük maçını kazandı ama yanlı yansız tüm futbolseverlerin gönlünün finalisti Brezilya’ydı.

Haberin Devamı

***

1982 Dünya Kupası’nın çeyrek finalinde karşılaşan İtalya ve Brezilya’nın bu maçta forma giyen oyuncuları futbolu bıraktıktan sonra 1990 Dünya Kupası’nda İtalya’nın Pescara şehrinde bir gösteri karşılaşması yaptılar. Cumhuriyet gazetesinden görevli olarak gittiğim İtalya 90’da bu maçı yerinde izlemiştim. Maç ne mi oldu? Brezilya tam 9-1 kazandı. Eski oyuncular kuvvetten düştüğünde tekniğin karşısında ne duruma geldiklerinin bir göstergesi olsa gerek o karşılaşma. Dönüşte Roma’da Sokrates ile sohbet etme şansını da elde etmiştim. Rahmetli ağabeyimiz Mahmut Küçük habersiz fotoğrafımızı çekmiş. Fotoğrafın bir örneğini bana verdiğinde bir kuleye bakar halimi görünce 1.76 boyumun ne kadar kısa olduğunu ilk kez fark ettim!

Aslında Brezilya 1982 Dünya Kupası’na, 1970’den beri en nefes kesici performanslarından birini sergileyerek gruplara başladı. Sovyet Rusya, İskoçya ve yeni Zelanda’yı güle oynaya keyif veren bir futbol ile yendi. Arjantin’i de çok rahat yendikten sonra yarı final için İtalya karşılaşması neredeyse bir formalite olarak görülüyordu. Brezilya maçın başında bir gol atabilse formalite gerçekleşecekti. Ancak hiç kimsenin güvenmediği ama Hocası Enzo Bearzot’un bütün eleştirilere karşın arkasında durduğu Paolo Rossi ilk golü atınca her şey tersine döndü. Brezilya’ya sonuna değin güvenenlerin sayısı az olmamasına rağmen İtalya maçı 3-2 kazandı.

***

Bu karşılaşma futbol tarihinin fay hatlarından birinin kırıldığı oyunlardan biri olarak kabul edildi. Bundan sonra takımlar Brezilya usulü pas oyununu bırakıp dizilişler, taktikler, güç ve tarz olarak kazananın peşine gideceklerdi. Otoriteler biraz daha ileri giderek bu maçı futboldaki naifliğin öldüğü gün olarak kabul ettiler. Hücumda topla becerisi yüksek olan büyük oyuncular her zaman olacaktı. Ancak bilinçli bir taktik anlayış içinde onları koruyup kollamadıkça eskisi kadar etkin olamayacakları açıktı.

1970’lerin ortasında 1990’ların ortasına kadar geçen zaman içerisinde futbolcuların koşu mesafeleri iki katına çıktı. Bunun arkasındaki mantık şudur: Futbol gücün ve presin acımasız bir hale geldiği evrimsel bir sürecin içine girmişti. 1958’de Brezilya’nın orta alanında Didi ve Zito, 1982’de Sokrates ve Ziko gibi top ustaları görev yaparken 2010’da Gilberto Silva ile Felipe Melo gibi pres ve gücü öncelikli gören oyunculara forma verildi.

Haberin Devamı

Fizik güç ve prese dayalı futbolun benimsenmesi Brezilya’da da sonucunu verdi. Brezilya 1994 ve 2002 yılları arasında Dünya Kupası’nda üç kez finale çıkıp iki defa kupayı kazandı. Çünkü orta alanda topu takımda tutmaya dayalı oyuncuların yerine rakipleri imha etme taktiğiyle oynayan futbolculara görev verilmişti. Bu anlayış Latin dünyasında da ödülünü aldı. Brezilya 1997 ile 2007 yılları arasında düzenlenen beş Copa America’nın dördünü kazandı. Üstelik bu kupaların hepsi başka ülkelerde kazanıldı.

***

Bu bilgilerden sonra başlıktaki sorumuzun yanıtına gelebiliriz. Dünya Kupası, Avrupa Kupası ya da Amerika Kupası maçlarının hepsi kısa erimli turnuva oyunlarıdır. Dünya Kupası’nın finaline geldiğinizi varsaydığınızda sadece yedi karşılaşma oynayabiliyorsunuz. Ancak ortalama 30 maçlık bir lig maratonunu hiçbir kötü takım kazanamaz.

Ligde şampiyon olan takımlar genellikle en iyilerdir. Hepimizin gözü de gönlü de uluslararası başarılarda olsa da, en değerli şampiyonluğun lig olduğunu unutmamak gerektiği kanısındayım. Oyun hangi mantıkla oynanırsa oynansın, ister top tekniğine dayalı isterse fizik güce… Turnuvaları en büyük takımlar bile kaybedebilir ama liglerin efendisi büyük çoğunlukla dönemin futbolunu en iyi oynayanlardır…

Haberin Devamı
YORUM YAZ