MENÜ

Naim'in yalnızlığı!

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

O hep yalnızdı aslında. Zirveye çıkan her insanoğlu gibi... Sporcuyken de öyleydi, sporu bıraktıktan sonra da... Ancak iki Naim arasında bir fark vardı. Spor yaparken; o şaşaalı günlerde, o parlak zaferlerin yaşandığı anlarda, etrafında bir sevgi halesi var gibi görünüyordu. Ama aslında olan farklıydı. Gerek sporda, gerek siyasette, gerekse sanatta her uluslararası rekabette burnu yere sürtülen Türkiye’nin gururunu okşayan başarılara imza atıyordu Naim. Türk’ün adını dünyaya duyuruyordu; sayısız şampiyonluk, madalya ve rekorlarıyla... Her Türk kendini onunla özdeşleştiriyor ve onun başardıklarıyla göneniyordu. Bir bakıma dünyaya kendini ispat ediyordu Türk insanı Naim Süleymanoğlu’yla. İşte Naim’in yaşamındaki yalancı bahar buydu! Aslında muhtemelen o da bunu biliyordu. Zira yüzünde hiç eksilmeyen tuhaf bir hüzün hep mevcuttu.

Sydney’de maskemiz düştü! Işıltılı günler sona erdiğinde ise çıplak gerçek bütün acımasızlığıyla ortaya çıktı. Sydney’de dördüncü olimpiyat şampiyonluğu için şansını deneyip sıfır çekince onun için yazılanlar, konuşulanlar, hakkında yaratılan kamuoyu gerçekten de yürek burkan cinstendi. Sanki 1988 Seul’den itibaren koca Türkiye’yi omuzlayıp dünyanın dört bir köşesinde ülkesinin tanıtımını, reklamını yapan o değilmiş gibi! O da, doğal olarak küstü. Bir kenara çekildi. Zaten istenen de oydu! Onun sportif kimliğinin, şöhretinin ve egosunun altında ezilenler ellerini ovuşturdu. Onun gururunu kibirle karıştırdılar. Hakkında bir yıpratma kampanyası başlattılar. Sürekli özel yaşamını gündeme getirdiler!

Dünyada spor elçimiz olabilirdi

Oysa Türkiye’nin dünya yüzeyinde en çok tanınan sportif figürüydü. Onun bu özelliğinden uluslararası arenada bir spor elçisi olarak istifade etmeyi hiç bir zaman düşünmediler. Bilakis, alabildiğince uzaklaştırdılar spor dünyamızdan. O da gitti şansını siyasette denedi. Bursa’dan bağımsız aday olarak seçime girdiğinde, kampanyasının bir gününe ben de tanıklık etmiştim. Pazar yerlerinde, kahvehanelerde, evlerde propoganda yapıyordu. Kendisini tanıyamayan yaşlı seçmenlere, “Ben demirleri kaldıran adaml!” diyordu. Onunla bir gün geçirdikten sonra kazanamayacağını anlamıştım. Ve nitekim öyle de oldu.

Siyasette de örselendi

Sonra bir kez daha bir siyasi partiden denedi şansını. O süreçte de örselendi. Alıngandı, alındı. Kırılgandı, kırıldı. Gururluydu, içine gömüldü. İyice çekildi kendi sessizliğine. Elini ayağını çekti her şeyden. Ne kapısını çalan oldu, ne de yüzüne bakan. Zaman zaman hastalıklarıyla ilgili haberlerle gündeme getirdiler, o kadar! Koca bir şampiyonu, dünya çapında bir sporcumuzu 33 yaşında emekli edip, bir kenara atmış olmanın suçluluğuyla şimdi harekete geçeceğiz, biliyorum. Onu yaşatmak için kampanyalar filan yapacağız. Timsah göz yaşları dökeceğiz. Ama bu, her daim kendi değerlerimizi koca bir değirmende öğütüp yok etmenin utancını hiç bir zaman alnımızdan temizlemeyecek. Geçmiş olsun şampiyon, geçmiş olsun ıssız adam!

YORUM YAZ