MENÜ

Kelebeğin ninni söylediği çocuk

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Barış bebeğin beşiğine uyurken bir kelebek gelmiş. Beşiğin kenarına konmuş ve oradan hiç ayrılmamış. Bu kelebek 1 günlük ömrünü orada tamamlamış. Tüm yaşamını gelecekte çok güzel işler yapacak olan Barış bebeği izleyerek geçirmeyi tercih etmiş. Sonra Barış bebeğin kundağının yanına düşmüş, kalmış. O zaman buna şahit olanlar, kelebeğin Barış bebeğe şans getireceğine inanmış. Kelebek bir metafor... Hayata dair. En kısa olanına... O nedenle bazı insanlara benzerler. Bazı insanlar da kelebeklere benzer. Kimi kendini kozasına hapseder; çıkmaz içinden, saklanır bir ömür boyu; günahlarından, günahkarlardan kaçar. Kiminin de kaderidir, kozasından çıkmak... Yırtar kozasını, kanat çırpar; umuda ve özgürlüğe doğru. Lakin yolu çok kısadır. Az gider, uz gider! Ve hayata çarpar. Düşer yere. Kanatları toz olur, savrulur sonsuzluğa... Sen de ki; bir gün yaşadı, melekler gibi uçtu gitti. Ben diyeyim ki; bir ay yaşadı, doyamadı gençliğine... Tıpkı bebekken bir kelebeğin kulağına ninniler söylediği Barış Akarsu gibi... Bazı değerler vardır, biz onları ancak kaybettikten sonra tanırız Hayattayken görmezden geldiğimiz bütün değerlerimiz gibi, öldükten sonra tanıdık Karadeniz’in bu hırçın ve tutkulu delikanlısını... Meğer ne çok şey sığdırmış kısacık ömrüne. Amasra’nın kerpiç bir gecekondusunda hayata ‘merhaba’ demiş. Yoksul sofralarında çoğunlukla soğan-ekmek yerlermiş. Geçim sıkıntısı evdeki huzuru iyice bozunca, anne-baba ayrılmış. Bu ayrılığa kalbi çok kırılmış. Mahsunlaşmış. Bir müddet dedesinin yanında büyümüş. Birlikte denize açılmışlar, balık tutmuşlar. Engin maviliğin kucağında çocuk heyecanları yaşamış, çocuk kahkahaları atmış. Sonra spora merak sarmış. Tekvandoyla uğraşmış, ardından yelkenci olmuş. Dalgalara hükmetmiş, rüzgarla vals yapmış. İyi de çizermiş aynı zamanda. Yelken bezlerine motifler yaparmış. Futbolu da çok severmiş. Siyah-beyaz bir tutkuymuş Beşiktaş sevgisi, onun için. Beşiktaş aşığı Barış Akarsu, kısacık ömrüne meğer ne çok şey sığdırmış Her hercai çocuk gibi o da daldan dala konarmış. Derken, müzik de girmiş hayatına. Bir gitarı varmış. Amasra sahilinde sabahlara kadar gitar çalar, şarkılar söylermiş arkadaşlarına. Ruhi Su ve Cem Karaca hayranıymış. Çoğunlukla onların şarkılarını okurmuş. Ardından annesinin peşinden Karadeniz Ereğlisi’ne gitmiş. Barlarda, çeşitli yerel radyo ve televizyonlarda şarkılar söylemiş. Bir gün gitarını vurmuş sırtına ve düşlerini gerçeğe çevirmek için bir yolculuğa çıkmış. Bu yolun sonu İstanbul’muş. Sonrası malum. Şöhreti yakaladıktan sonra bile hiç değişmemiş Barış. Yine aynı insan sıcaklığı, yine aynı insan duyarlılığı... Efendiliğinden hiç bir şey kaybetmemiş. şımarmamış, züppeleşmemiş. Lösemili çocuklara içi yanmış. Dünyaya emaneten bırakılmış gibi bir görünüp, bir kaybolan bu bahtsız çocuklar için düzenlenen yardım kampanyalarına katılmış, konserler düzenlemiş. Daha temiz bir dünya için sahneye çıkmış. Elindeki her şeyi paylaşırmış, sevenleriyle, dostlarıyla... Bir sufi gibi algılamış hayatı: Bir lokma, bir hırka. Hiç kuşku yok ki, daha gerçekleştireceği nice hayalleri, umutları vardı, bu genç adamın. Kim bilir daha kaç kanserli çocuğa daha yardım eli uzatacaktı. O kırık kalbi kim bilir daha ne kadar çarpacaktı; insan sevgisiyle, doğa duyarlılığıyla, Beşiktaş aşkıyla... Ama fırsat bulamadı Barış Akarsu. Bu genç ölüler ülkesinin her tarafına döşenen bubi tuzaklarından biri, onun da yaşamının sonu oldu. Ve kendisine şans getireceğine inanılan o kelebeğin peşine takılıp gitti. Kırılgan suretini, birer boş beşiğe dönen yüreklerimizin orta yerine asarak...

YORUM YAZ