MENÜ

Arka Bahçe

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Tümer Metin bizden değil! Biz Türkler’in en önemli karakteristik özelliklerinden biri, ‘kabile’ toplumu olmamızdır. Katı geleneksel değerlerin hüküm sürdüğü, bireyselleşmeye izin vermeyen bu tür modellerde, kişi kendi geleceğini kendi tayin etme hakkına sahip değildir. Büyükler ne derse o olur! Doğru da olsa, yanlış da... Kimse sorgulayamaz bile. Atatürk devrimleriyle birlikte büyük bir değişim sürecine giren Türk toplumu, muhafazakar unsurların direnci nedeniyle ne yazık ki henüz evrimini tamamlayabilmiş değildir. Bugün hala gelenekle modernite arasında sıkışıp kalmanın sancıları yaşanıyor. Kişinin bireyselleşme çabası en başta toplumun çekirdek birimi olan ailede törpüleniyor. Ebeveynler, adeta kendi bedenlerinin bir uzantısı gibi gördükleri çocuklarına söz hakkı, seçme hakkı tanımayarak onun bir ‘birey’ olarak yetişmesinin önüne set çekiyor. Ardından devreye okul, kışla, spor kulübü, işyeri gibi kurumlar giriyor ve birbirine benzer metodlarla bu durumu pekiştiriyor. Sonuçta, birey olamamış ve asla da olamayacak bir insan modeli çıkıyor ortaya. Üstelik özgüvenini yitirmek gibi ağır bir bedel ödeyerek... Bireyselleşmeyi tetikleyen iletişim çağı, kaçınılmaz olarak bizi de her geçen gün etkisi altına almasına karşın, tek tek bireylerden, toplumun en üst örgütlenmesine kadar özgüven eksikliğini her alanda hissediyoruz. Bunun sonucunda kendi kaderimizi kendimizin tayin edebileceği gücü ve yetkinliği kendimizde bulamıyoruz. Hayati kararlar veremiyoruz. Risk alamıyoruz. Onaylanamamaktan, eleştirilmekten, hata yapmaktan korkuyoruz. Akıntıya karşı kürek çekmektense, kendimizi akıntıya bırakmayı tercih ediyoruz. Kaybettiğimiz zaman, ‘benim bir suçum yok’ diyebilmek daha kolayımıza geliyor. Dolayısıyla kazandığımız zaman da ‘ben kazandım’ diyemiyoruz. O hazzı yaşamaktan kendimizi mahrum bırakıyoruz. ‘Ben’ duygusu gelişmiş güçlü bireylerden oluşan bir toplum olamadığımız için de, hasbelkader karşımıza çıkan, ‘imalat hatası’ diyebileceğimiz, özgüveni yüksek kişileri bir türlü tasvip edemiyoruz, benimseyemiyoruz. Beklentilerimiz dışında hareket ettiklerinde de bilinçaltımızdaki kıskançlık duygularımız açığa çıkıyor ve saldırganlaşıyoruz. Tümer’e yapılan saldırılar özgüveni yüksek oluşundan Dünya Kupası heyecanı yaşadığımız bugünlerde durgun geçen transfer piyasasını hareketlendiren en önemli isim olan Tümer Metin’e karşı uygulanan linç politikasının altında yatan da budur aslında... Kırk sekiz yıllık lig tarihimizde Üç Büyükler arasında gidip gelen bir çok futbolcu oldu. Gerek etik yollarla, gerekse gayri meşru şekilde bir büyükten diğerine geçen isimler, tıpkı şimdi olduğu gibi o zamanlar da gündemi bir hayli meşgul etti. O dönemlerde de birbirine benzer tepkiler gösterildi. Ardından hayatın rutin akışı içinde unutuldu gitti. Tümer Metin de yarın öbürgün unutulacak. Ancak ona gösterilen tepkiler insaf ve izan sınırlarını aşıyor. Çünkü o bizden değil! Bizim geleneksel örüntümüzü aşan bir yapıya sahip. ‘Beni ancak Tanrı yargılayabilir’ diyecek kadar özgüveni yüksek. Kendi gücünün, yeteneklerinin, aklının, zekasının farkında. Kendine inanıyor. Kendini biliyor. Kendi geleceğini tayin etme hakkına sahip olduğunu da biliyor. Bunu, ‘başkan, baba, ağabey’ gibi figürlere bırakmıyor. Kendisi için neyin doğru olduğuna inanıyorsa, onu uyguluyor. Tercihinin doğuracağı sonuçlara katlanacak kadar kararlı davranıyor. Onun transferi salt profesyonellikle, parayla açıklanacak bir durum da değil. İşin duygusal boyutu da var. Beş yıl hizmet ettiği kurumda ne İsa’ya yaranabildi, ne Musa’ya... Benlik duygusu üst düzeyde olduğu için ait olduğu topluluğa uyum sağlayamadı. Snob, kendini beğenmiş biri olarak algılandı. Sevilmedi. Takımdan dışlandı. Kimse arkadaşlık yapmadı. Milli Takım’ı, Dünya Kupası’nın eşiğine getirmesine karşın kendi seyircisi tarafından yuhalandı. Küfürler yedi. Ve haklı olarak kırıldı. Bunlar kolay hazmedilecek şeyler değil. Bir insanın mutlu olmadığı bir yerden, mutlu olabileceğini düşündüğü başka bir yere geçmesi kadar doğal bir tercih olamaz. Lakin, hem sevmediler onu, hem de ‘gidemezsin’ dediler. Yani, ‘Bana yar olmayan başkasına da olmasın’ anlayışının bir başka tezahürü. Transferinden önce büyük konuşarak o da ufak tefek hatalar yaptı. Zaten bunu kendisi de kabul etti. Kendine güvenen her insan gibi... Bu oyunda doğru olan onun yaptığı, yanlış olan ise bizlerin haksız feveranı. Gerçek şu ki, Fenerbahçe değeri bilinmeyen çok iyi bir futbolcu kazandı. Hem iyi futbolcu, hem lider. Ve tüm liderler gibi yalnız... NOT: Yılık iznimin bir bölümünü kullanacağım için ‘Arka Bahçe’ bir müddet kapalı kalacaktır.

YORUM YAZ