MENÜ

Herkesin ağbisiydi...

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Adanmış hayatı olanlar ölmüyor, ölmez...
Biz spor gazetecileri herkesin imrendiği bir iş yapıyoruz. Şimdi anlatmanın önemi de gereği de yok, sıkıntısı da çok, ama keyifli taraflarını da söylemeden geçemeyiz. Oyuna, oyunun başrol oyuncularına, gündemden hiç düşmeyen sporcu ya da teknik adamlara yakınız...

Sizin sevdiğiniz ya da sevmediğiniz, hayran olduğunuz ya da nefret ettiğiniz figürlerin neler yaşadığına ve öbür yüzlerine tanığız...

Rahmetli Hasan Doğan’ın şok ölümünün ardından yazamadım, konuşamadım. Sevdiğiniz insanların ardından ne yazsan boş, kelimeler yetmiyor ki... Ama Galatasaray editörümüz Yasin Cam’ın, “Abi, Canaydın senin hayatına imza atmış, yazmasan olmaz” demesinin ardından kayıtsız kalamadım.

E, attı imzayı... O centilmen insan, haber koordinatörlüğü yaptığım dönemde Galatasaray’ı ilgilendiren her haberin arkasından, “Galatasaray’ın haklarını korumak için” arayıp tartışan insan, sanıyorum genel yayın yönetmenlerinden, muhabirlere herkesin hayatında hoş bir anı bırakacak jestler yapmıştır.

Kızımın doğduğu gün... Annem, kayınvalidem, eşim Bahar ve kızım Zeynep hastanedeyiz. Sağ kolu Sara hanım telefonla aradı; “Hakan Bey müsaitseniz başkanım görüşecek” deyince, “Müsaitim konuşalım” cevabını verdim, “Öyle değil biz kapıdayız, oda müsaitse ziyaret edeceğiz” dedi. “Lütfen buyursun” cevabımın ardından, 4-5 yönetici arkadaşıyla birlikte odaya girdi. Annemleri kutladıktan sonra, eşimi tebrik edip, Zeynep’in yastığının altına nazar boncuklu altınını yerleştirdi. Bana döndü, “Bak evladım, bu güne kadar kendin, eşin, ailen için yaşadın” diye lafa başladı, taze baba ben, farklı bir son beklerken, “bugünden sonra kızın için yaşayacaksın” demedi. “Bugünden sonra damadın için yaşayacaksın. Zamanı gelince bir çocuk gelecek, bütün hayatın boyunca çalışıp kazandığın paraları ve kızını alıp gidecek” dedi... Her tarafımdan ter boşandı, gülüştük.

Ama bitmedi. “Kızınızın ismi belli mi” dedi. “Zeynep” dedim. “Ne güzel” dedi. “İsmini kim okuyacak” diye sordu. “Ben” cevabını verdim. Kızdı, “Olur mu evladım, ailenin saygı duyduğu bir büyük okur” dedi. “Öyledir” dedim, “Uygun görürseniz ben okumak istiyorum” diye ekledi. Bir daha dağıldım! “Aman efendim, şereftir” falan derken, dönüp yanındaki Şükrü Ergün’e, “Kıble nerede” diye sordu. Böyle bir soru beklemeyen Ergün de aynı soruyu bana yöneltti. Kızdı ona. “O ne bilsin. Onun aklı başında mı, çabuk tespitini yap” dedi, Ergün lafın altında kalmadı, “Başkanım gazeteci kendisi. Onlar her şeyi bilir o bakımdan” diye yeni bir espri yaptı. Neyse kıble bulundu, o dev gibi adam kızımın hayatı boyunca taşıyacağı ismi kulağına okudu.

Bizim için özeldi. Özel kalacak, hayatımız boyunca da bu gururla yaşayacağız.

Ama sevgili abimiz bir tek bizde değil, Galatasaray oldukça hep yaşayacak. “Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil” demiş ya şair, öyle. Yüzlerce kez seyahat ederek, siyasetçisinden bürokratına, ikna çabalarının ödülünü Galatasaray camiası tarih boyunca alacak. Galatasaray’ın borcu için çoluğunun çocuğunun 70 milyon Dolar’ını teminat olarak gösteren “En hakiki Galatasaraylı” Galatasaray’ın geleceğini kurtaracak stadın yükselişinin de tanığı oldu. Keşke açılışta da o stadyumda olsaydı, ama olmadı.

Siyasetin baskısının en ağır olduğu dönemde dostlarını, sevenlerini karşısına aldı. TFF Genel Kurulu’nda şimdiki başkan Adnan Polat’la birlikteyken kendisine sorduğum soruya verdiği cevap beni hiç şaşırtmadı. O dönem kendisini en ağır eleştirenlerden biri olan bana, “Başkan artık bugün son... Kendinizi, prestijinizi yitirmek pahasına böyle devam etmeyeceksiniz, değil mi?” dediğimde, “Bak evladım. Anlamalısın beni. Zordu, farkındayım. Ama Galatasaray için bütün bunları yapmak zorundaydım...”

Bu kadar işte. Hem, her ölüm erken ölüm, hem de ölüm senin adın yine kalleş olsun...
Nur içinde yat Özhan Abi...

YORUM YAZ