MENÜ

Korkma! Oyna!..

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Şampiyonlar Ligi eleme kurası çekilirken NTVSPOR’dan Özgür Buzbaş, “Kimi istersiniz?” diye sorduğunda “Arsenal” yanıtını vermiştim. Kuradaki beşli arasında kağıt üzerindeki en güçlü takım Arsenal kabul edildiğinden bana ‘yarı deli’ gözüyle bakan epey insan vardı kuşkusuz. Ancak geçen yıl neredeyse Beşiktaş maçları kadar Arsenal’i izlemiş birisiydim ve neler yapabildiklerine dair hatırı sayılır bir fikrim vardı.

Ve nihayet hafta sonu Preimer Lig başladı ve Arsenal hakkında düşündüklerimi bir kez daha test etme imkanı buldum. Kendi sahalarında rakipleri Crystal Palace’tı ve maç sonunda bir ‘yarı deli’ olmadığıma en azından kendim ikna oldum.

Crystal Palace oynayabileceği en doğru oyunu oynayıp kendisinden euro bazında kat be kat üstün olan Arsenal’e kök söktürdü maçta. Eğer attıkları golün de ortasını yapan Jason Puncheon 89. dakikada gereksiz hamlesi nedeniyle oyundan atılmasa Aaron Ramsey’in uzatmada attığı goldeki deliğin onarımına da katkı yapacak ve belki de bir puanı alacaklardı.

Maçı kaydetmiştim, bir kez daha izledim bu ‘korkunç Arsenal’i. Her zaman güçlüydüler yine öyleler ancak halledilemeyecek bir sorun gibi de durmuyorlar. Temel sorunları ‘iyi huylu İngiliz futbolu oynuyor’ olmaları. O ligde büyüklere sorun yaratan takımlar - Jose Mourinho öğretisinden de hareketle - genellikle oyunu ceza sahası önünde kalabalıklaştırıp orta sahayı sertleştiren takımlar oluyor.

Arsenal o maçta haniyse bu duruma boyun eğiyordu. Öyle ki Crystal Palace orta sahayı benim beklediğim kadar sertleştiremediği gibi epeydir kariyerden yiyen Marouane Chamakh’ın ileri çıkışlarına gereğinden fazla bel bağlamış görünüyordu.

Neler yaptı o maçta Arsenal? Her zamanki gibi seri paslarla top çevirip çoğunlukla merkez oyuncuları Santi Cazorla ile Mikel Arteta’ya ya da Jack Wilshere’e top kullanacak alan yarattılar. Onlar da kaleci ile stoperlerin arasındaki o dar havuza top indirmeye uğraştılar. Diğer plan olarak ceza sahası köşesine süratle dalış yapıp içe kat eden ya da arkadan bindiren oyuncularıyla ceza sahasını zorladılar. Ancak Palace tüm maç boyunca Arsenal’in tüm hamlelerine direnmeyi başardı, ta ki son ana kadar. Bütün bunları da bir dönem Gençlerbirliği’nde oynayan Jedinak merkezli bir kurguyla yaptılar.

Ezcümle; Soma turnuvasında Chelsea karşısında 45 dakika da olsa oynanan ve ceza sahası önünde tüm oyuncularla sertleştirilen müdafaa düzeni Arsenal’i de elsiz kolsuz bırakır. Bırakırsın onlar toplar oynar sen kale önündeki 25-35 metreyi koruyup uygun anı/anları kollarsın. Bir an bile konsantrasyonunu kaybetmeden cesur, sert ve düzenli oynayarak da istediğin sonucu alırsın. Feyenoord karşısında iki muazzam müdafaa maçı oynamış bir takım benzerinden iki maç daha neden oynayamasın? Bu takımın Crystal Palace kadar olmadığını mı düşünüyoruz yoksa?..

En kritik karakter; ATİBA

Beşiktaş takım müdafaası konusunda belki de ülkenin en iyisi durumunda. Ne var ki, orta sahanın Veli ile birlikte yükünü çeken ikiliden Atiba’nın durumu belirsiz. İşte gerçek kötü haber bu. Beşiktaş’ın Jedinak’ı da Atiba...
Ne yazık ki Beşiktaş’ta onun seviyesinde oyun görüşü olan oyuncu yok. Evet birileri oraya monte edilebilir ama hala sağ beki olmayan bir takımda bir başka mevkiiyi de ‘onarmak zorunda kalmak’ Biliç’in elini hayli zayıflatacak. Ancak takımın ‘yakın oynama alışkanlığı’ bu olası sorunu aşmak için en güvenilecek yanı da. Oynama arzusu ve isteği de cabası. Elbette gol yenirse dağılmamak koşuluyla. Çünkü Arsenal’in en güçlü yanlarından biri bu; son ana kadar iştahı kaybetmemek. Burayı akıldan hiç çıkarmamak gerekiyor.

YORUM YAZ