MENÜ

Yersin Kafana Ayakkabıyı!

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

İlginizi çekti değil mi attığım başlık? Okudukça anlayacaksınız nedenini…

Kadın Tenisinin yükselen yıldızlarından Naomi Osaka’nın pek doğru bir saptaması var : “…Ortada yeni bir kuşak* var. Bu kuşak içinde bulunduğu kısır döngüyü yırtıp ortaya çıkabilmenin çabası içinde!”

Doğanın önüne geçilemeyeceği malum. Genç ve dinamik kuşak eninde sonunda ağır-abi ve ablaların yerini alacaktır. Kanaatimce bu değişim pek yakın bir zaman sürecinde gerçekleşemez. Ancak tenis öyle dinamiklere ve sürprizlere açık bir spor ki yapılan saptamalar birer varsayım olarak kalabiliyor. Ben konuya şöyle yaklaşıyorum:

Formlarının zirvelerinde olan Federer, Del Potro, Kerber, Halep, Wozniacki ve Kvitova ile iyileşip zirvelere dönebilecek olan Nadal, Djokovic, Murray ile Serena Williams ve hatta Wawrinka ile Azarenka ortalıktaki gençlerin tümünü durdurabilecek yetenek ve kafa-yapısına sahip kişiliklerdir. Dolayısıyla bu başkalaşım gecikebilir. Ama dediğim gibi süresi ne kadar uzayabilir ki? Eninde sonunda doğa galebe çalacak ve bu değişim gerçekleşecektir.

Değişmeyen yegane şey değişikliktir. Değişimin başlıca tetikçisi de bilim ve teknolojidir. Bilimdir geleceği belirleyen. Bunu yadsıyan kişilerin yönetimsel becerilerileri şüphe götürür. Geleceğin dünyasında hala geçmişin yitik ritüelleriyle yaşam sürdürmeye çalışmak boşa kürek çalmaktır. Hergelece bir örnek geleneklerine, kurallarına katı bir şekilde bağlı olan Japonlardır…Çok değil yarım-asır öncesine kadar erkekleri etek giyiyordu. Nereden nereye geldiler!

İşte tenis sporunda da sorun burada başlıyor. Federer, Nadal, Djokovic ve Murray’in yer aldığı “Büyük 4”lünün bizlere yaşattığı amansız bir rekabet olasılığı bu spora bir evrim geçirtebileceğini düşündüğümüz genç kuşak* için ancak bir düş. Rekabet içermeyen bir mücadele toplumun ilgisini ne denli çekebilir ki? Üzücü olan, bu gerçeğin yönetim kademesinde “es” geçilmesi. Yani abesle iştigal maalesef tepeden başlıyor. Tanı olsa da doğru tedavi bir türlü bulunamıyor.

Erkek tenisi bu durumdan daha fazla etkilenecek. Kadınların yaş ortalaması daha genç. Üstelik onların gelecek-kuşak temsilcileri arasındaki Sloane Stephens, Jelena Ostapenko ve Daria Kasatkina gibi raketler, yetenekleri ve yaşamı algılayış biçimleriyle bilhassa “izleyici topluma” daha cazip geleceklerdir**. Önlerindeki Serena ve Venus Williams ya da Victoria Azarenka gibi idoller, erkeklere nazaran daha özgür, yaşamı kendi arzuladıkları gibi algılayan ve onu öyle yaşayan bireyler. Ne WTA ne ITF onlara bir yaşam biçimi dikte ettiremiyor. Aynı şeyi erkekler için söyleyebilir misiniz? İlk 50 içine baktığımda “İtalyan Aygırı” Fognini ile Fransız Monfils haricinde ben konumuza uygun bir isim göremiyorum. Kyrgios diyebilir siniz ama o da aykırı olmaktan çok sanki mızmız! Üstelik te düzene uymak üzere.

Bakın size hergelece bir örnek daha vereyim: Şimdiki tenisçilerin lakapları “Ekselansları, Haşmetmeab, Kral, Adam, Boğa, Joker” gibi sürüp gidiyor.

Bir de yakın geçmişe bir bakınız. Başta “süper-velet” lakaplı John McEnroe ile adıyla müsemma Nastase (Kötü-Nasty). Onlarla birlikte Connors (Jimbo & Arıza), Lendl (Korkunç İvan), Muster (Möö & Demir Adam), Safin (Safinatör), Kafelnikov (Kalaşnikov), Rios (Huysuz), Hewitt (Paslı & Havuç), Vilander (Beyin), Triac (Drakula), yıllarca kortta rengârenk perukasıyla mücadele edip kendisinden 28 yaş büyük efsane şarkıcı Barbra Streisand ile büyük aşk yaşayan Agassi (Cezalandırıcı) ve hatta efsane İsveçli Bjorn Borg (Buz Adam). Yanlış anlamayın hepsi grand-,slam şampiyonları. Ama gerektiğinde yanlış yapan hakem kafasına ayakkabı*** yemek tehlikesi yaşıyordu!

Tenisin ne yakın ne de uzak geleceğinde “Büyük 4”lü gibi bir rekabet olamayacağı anlaşıldığına göre WTA, ATP ve ITF gibi bu işin yönetimi ile sorumlu kurumların, sporların bu en güzelini bir kurallar manzumesine uyumlu, birbirinin kopyası beyanatlar veren, merkez güdümlü androidlerle doldurmak yerine, kafasındakini söyleyebilen, sinirlenip raket atabilen, hakemlere itiraz edebilen, seyirciyle tartışabilen, rakiplerini ve yönetimi kıyasıya eleştirebilen fikri hür, hareketleri bağımsız sporculara destek olması gerekmez mi? Toplumun ilgisini yitirmemesinin başlıca çarelerinden birisi budur. Yoksa bu spor gitgide otokrat bir kurumun güdümünde, reklam ve medyanın gereksinimlerine göre yön verilen saçma sapan bir etkinliğe dönüşecektir. Söyleyin bana sahada tepkisel bir oyuncu mu sizin ilginizi daha çeker, yoksa ful konsantrasyon her önüne konulan yemeği yiyen birileri mi?

Bakın Indian Wells hakkında yazdığım 6 yazının beşinin başlığında “Federer” var. Peki bu adam raketini astığında ne olacak ? İşte WTA’nin, ATP’nin esas düşünmesi gereken budur. Sahayı küçültmek, servisi bire indirmek, “let” kuralını kaldırmak, ya da setleri kısaltmak gibi (ancak yetersiz yöneticilerin çalıştıklarını göstermek için başvuracağı) palyatif uygulamalar değil.

ITF yani “Uluslararası Tenis Federasyonu”nu ise saymıyorum bile. Bu kurum o denli küflenmiş vaziyette ki yeni yönetim kurulu başkanının (David Haggerty) geleceğe dönük çabalarını bile kabullenemiyor. Adamın olumlu yönde tüm uyarlamalarını önce kendi üyeleri reddediyor…Yeter ki koltuklarını muhafaza etsinler.

Davis Kupası artık çoğu yıldızın oynamak istemediği yok olmaya doğru süratle ilerleyen köklü bir etkinlik. Onu girdiği anafordan çıkarabilecek, sponsorlarını bile bulduğu uyarlamaları bile kabul ettiremiyor Haggerty!

Düşünün ki Davis Kupası gibi tenisin “Dünya Kupası” olarak kabul edilen devasa bir organizasyon, Federer’in (tenisten sonra gündemden düşmemek için olsa gerek) ortaya koyduğu “Laver Cup” diye adlandırılan, şaklabanlığın spora ağır bastığı, bir haftalık yapmacık bir sirke teslim olmak üzere !

İşin özünde ITF kurumasına rağmen bir türlü gübre bile olamayıp rüzgarda savrulan yapraklara benziyor! Türkiye’de bilhassa güney kıyılarımızdaki tesislerde neredeyse her hafta bir ITF Turnuvası organize edilmekte. Bu tür turnuvalara Dünyada en fazla ev sahipliği yapan ülkelerdeniz. Güya genç tenisçilerimiz buralardan yetişip yıldız olacak! Yıllardır hep sorarım. Bana lütfen, ne olur, Allah Aşkına biri çıkıp söyler mi…Yıllardır bu turnuvalardan hangi teniscimiz yetişmiştir? Hala bekliyorum.

İki hafta önce “ITF Jünyor Burs”ları saptandı. Bakınız hangi ülkelerin raketlerine verilmiştir : Papua Yeni Gine, Burundi, Taipei, Guam, Çin, Kolombiya, Finlandiya ve Güney Afrika. Bazılarının nerede olduğunu bile bilmiyorsunuz değil mi? Vallahi şaka yapmıyorum! Bu çocuklar yıl içerisindeki derecelerine göre ITF’ten 25.000 ABD Dolarına yakın yardım kazanmışlardır. Bizde ise kazançlı çıkan kimlerdir biliyor musunuz? Bu turnuvaların yapıldığı otellerle cingöz organizatörler!

Bir kişi çıkıp ta yahu ağalar biz bunca turnuvaya ev sahipliği yapıyoruz. Hani sizlerden çıkarımız nedir diye sorar mı acaba? Almadan vermek Tanrı’ya mahsustur. Hele de günümüz dünyasında.

Hoşkalınız.

*Zverev, Thiem, Kyrgios, Kokkinasis, Coric, Chung, Rublev, Khachanov, vs.

**Bu yazı Indian Wells esnasında yazılmıştır. Hem Indian Wells hem de sonrasındaki Miami sonuçları buradaki tezimi kanıtlıyor. Her iki turnuvada kadınları 20’likler kazanırken, erkeklerde ilk turnuvayı 29’luk Del Potro, 37’lik Federer’i yenerek şampiyon oldu…Miami’de de Nadal ile Murray yokken, Federer ve Djokovic ise ilk turda elenmişken 33 yaşındaki İsner 11 yıllık profesyonel kariyerindeki ilk Masters şampiyonluna erişti. Peki nerede bu erkeklerin gelecek kuşağı?

***Davis Kupası maçında yanlı olarak kendisine ayak-hatası veren hakeme hangi ayağı olduğunu sorup akabinde o ayaktaki pabucunu fırlatmıştı!

YORUM YAZ