MENÜ

Kafa yerinde mi!

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Günümüz spor dünyasında hangi branş olursa olsun fiziğiniz ne denli mükemmel olursa olsun eğer kafaca daha iyi olmaya hazır değilseniz ağzınızla kuş tutsanız bir şampiyon olamazsınız. Bakınız bir karşılaşmayı kazanamazsınız demiyorum. Bir “şampiyon” olamazsınız diyorum.

Bazı vurdulu kırdılı branşlar var. Kusura bakmayın ben onları spor olarak benimseyemiyorum. Onun için sizler isterseniz onları bu kriterin dışında bırakabilirsiniz.

Şimdi tam anımsayamıyorum ama galiba Djokovic’in özgeçmişinde bir söylemi vardı. “…ATP sıralamasındaki ilk 100 raket arasında fiziksel olarak pek bir fark yok. Ancak zorlu anlarda sizi iyi oynatan, o baskının, o stresin altından kalkabilmenizi sağlayan, kafaca ne denli hazırlıklı olduğunuz, yani zihinsel yetinizdir.” İşte sizi iyi bir atlet olmaktan, bir şampiyon olmaya yönlendiren de vücudunuzdaki kaslara doğru talimatları vermesini bilen kafanızın içindekidir.

Bugün Chopin dünyanın en iyi piyanisti sayılıyorsa onun nedeni dev gibi elleri değil, müziğe olan duygusal ve yaşamsal bağlılığıdır. Roger Federer’i tüm zamanların en büyüğü yapan forehand’i ya da backhand’i değil topa olan önsezisi ve zamanlamasıdır. Dikkat ederseniz kimse Federer hakkında en iyi vuruşlardan birine sahip demez. Ama sahayı en iyi kullanabilen tenisci hatta “adam adeta bale yapıyor” derler. Tüm bunlar salt atletizmle, ya da doğal yeteneklerle olmaz. Onları yönlendirecek bir zihinsel yeti gerekir.

Tam Roland Garros esnasında bunları gündeme getirişime şaşmayınız. Zira her gün bir maç esnasında fevkalade bir yeteneğin kafaca hazırlıksız olduğu için zamansızca yenildiğini ya da kolayca alması gereken maçları zora soktuğunu görüyoruz. Sacha Zverev ve yılların Dimitrov’u sadece bugün gündeme oturanlar. İkisi de adeta kaybetmenin eşiğinden döndüler. İki tane “bilinmedik” rakip önünde ecel terleri döktüler.

Federer, Nadal, Djokovic’i ağır-abi yapan işte bu yeteneklerini tüm bir yıla yayabilmeleridir. Zora giren bir maçtan bile raket kırmadan sıyrılıp çıkabiliyorlar. Çoğu tenis yorumcusunun bile ümitlerini kesen uzun sakatlıklardan çıkıp zirvelerdeki yerlerini alabiliyorlar. Halbuki bu yorumcular zahmet edip bu adamların özgeçmişlerini okusalar, neredelerden nedenlerden çıkıp geldiklerini öğrenseler onların her türlü engeli aşabilecek yapıda olduklarını algılayabileceklerdi. Böyle olmasalar Djokovic’in dünkü maçtan sonra ki beyanatı nasıl verebilirdi ki: “Benim geçirdiklerim dünyada açlıkla savaşan onca insan varken bir hiçtir…Ama ben bir atletim ve daima daha iyi olmaya mecburum!”
İşte kişiyi başarıya ulaştıran içindeki öğrenme ve gelişme arzusudur. Fiziki yetenekler nasıl çalışarak gelişiyorsa zihni yeti de onu çalıştırmayı bilmekle oluşur. Yeterki isteyin.

Hoşkalın.

YORUM YAZ