MENÜ

Kemal Özdeş: Hayalinize çok çalışarak ulaşırsınız

Kasımpaşa Spor’a geldiği günden bu yana grafiğin yükselmesini sağlayan Kemal Özdeş’le, futbolu, alt yapıları ve futbolun geleceğini konuştuk.

Kemal Özdeş: Hayalinize çok çalışarak ulaşırsınız

1970 yılında Manisa’da dünyaya geldim. İlkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversite eğitimlerimi Manisa’da aldım. 1995 Şubat ayında Bergama Belediye Spor’da antrenörlüğe başladım. İlk antrenörlüğüme başladığımda Tevfik Lav’la vefat ettiği Konyaspor’da 4 Nisan 2004’e kadar birlikte çalıştık. Hocanın vefatından sonra Kayserispor’da bir süre Hikmet Karaman’la çalıştım, ardındantekrar birleştikve Manisa Spor, Trabzonspor ve Milli Takım’da Ersun Yanal’la birlikte çalıştık. Tevfik Lav, Ersun Yanal ve ben aynı okulda okuduk, Manisa Spor Akademisi mezunuyuz. Onlar benden önce hatta onlar aynı zamanda sınıf arkadaşı. Biz Bergama Spor’daçalıştıktan sonra Denzili Spor 1999-2000 Süper Lig’e çıktığında, Ersun Yanal bir ekip kurdu. Rahmetli Tevfik Lav ve ben o ekibe dahil olduk. Bizim dışımızda Mesut Bakkal, Metin Bayındır vardı. Bizim Süper Lig’de olma maceramız 1999- 2000’de başladı. Çok güzel ve çok önemli bir yıldı... Uzun zaman yardımcı antrenörlüğü yaptım. Tevfik Lav ve Ersun Yanal’la uzun yıllar çalıştım. Daha sonra 2010 yılında U18 ve U19Teknik Sorumlusu oldum. Aynı zamanda da Ümit MilliYardımcı Antrenörlüğü yaptım sayın Raşit Çetiner’le birlikte. O geçişi sağlamak için... Yani 2010 yılında teknik direktörlüğe başlamış oldum. Yarışma takvimim bittiğinde memleketim Manisa Spor Süper Lig’deydi... Oradan teklif geldi.2011 yılındailk defa teknik direktör olarak Manisa Spor’da başladım ancak Tevfik Lav’ın vefatıyla teknik direktörlükdeneyimimi Konya Spor’da başlamış oldum. Sonra sırasıyla Manisa Spor, Balıkesir Spor, Karşıyaka, şimdi de Kasımpaşa...

Öğrencilik yıllarımda, Manisa’da Mensucat Spor vardı 3. Lig’de yer alıyordu... Orada futbol oynarken tanıştık rahmetli Tevfik Lav’la. Kendisi Manisa Spor Yardımcı Antrenörüydü ve rakiptik. O da spor akademisine aşık bir insandı. Kendisi gibi olan insanlarla zaman geçirmeyi, futbolla yatıp futbolla kalkan, çevresindeki herkesle antrenör olması içim mücadele eden çok özel bir insandı. Tanışmamız o zaman denk geliyor. 1994 yılında okul bittiğinde, sakatlık yaşayarak futbolculuktan ayrıldım. Daha sonraki süreçte Bergama Belediye Spor alt yapısında antrenörlüğe başladım. O yıl Bergama Belediye Spor, 3. Lig’den 2. Lig’e çıktı ve sezon başı 5. haftadan sonra Tevfik Lav antrenör oldu.Zaten daha önce tanıştığımız, birlikte zaman geçirdiğimiz biriydi Tefvik ağabey ve alt yapı antrenörü olarak benimle çalışmak istediğini söyledi. O dönem çok güzeldi. İlk antrenörlüğümün beşinci ayında (o dönem şimdiki PTT ligi karşılığı 2. Lig vardı) antrenörlük yapmak çok güzel bir duyguydu. 25 yaşındayım, okulu yeni bitirmişim ve Tevfik Lav gibi özel bir insanla antrenörlüğe başladım. Ardından o sezon geçtikten sonra Tevfik Lav ayrıldı, ben de askere gittim. Geri döndüğümde, Tevfik hoca kısa bir süre antrenörlüğe ara verdi, ben tekrar Bergama Belediye Spor’a geldim. 1997, 1998, 1999 yıllarında Bergama Belediye Spor’da yardımcı antrenör olarak geçirdim. Ersun Yanal ve Tevfik Lav okul arkadaşı olduğundan çok ciddi bir kader birliktelikleri var. her ikisinin de yolları inanılmaz zor, inanılmaz mücadelelerle geçmiş, birbirilerine omuz vermiş insanlar. Ben de, Tevfik Lav’ın ekibinde olduğum için 1999-2000 yılında maceramız Ersun Yanal’ın ekibine katılmakla başladı. Çok güzel bir sezon geçirdik, benim için çok güzel bir deneyimdi. Çünkü ben rakip takımları izleyip, aynı zamanda analiz yapıyordum. Ciddi bir deneyimdi... 60’a yakın Süper Lig maçı izledim. Oynayacağımız takımlarla ilgili stratejiler belirliyorsunuz, antrenmanları seyrediyorsunuz, müthiş bir gelişimdi. O ilk sene antrenörlük hayatımda önemli bir yere sahip. Daha sonra Ersun Yanal ayrıldı, rahmetli Tevfik Lav Denizli Spor’da devam etme kararı aldı, ben de Tevfik hocayla devam ettim. Kendisiyle Denizli Spor, Siirt Jetpa, Gaziantep Spor, Ankaragücü, son olarak Konya Spor’da çalıştım. Konya’da da bir trafik kazasında kaybettik. Allah’tan rahmet diliyorum. Onu onsuz geçen her gün özlüyorum. Çok özel bir adamdı, farklı bir adamdı.

Trabzonspor’da geçmiş 20 yıla baktığımızda en çok ses getiren kadroyu kurduk

Ardından Ersun Yanal’la birlikte çalıştık. Ersun Yanal A Milli Takım Teknik direktörüyken, ben hem Kayseri Spor’da antrenörlük yapıyordumhem de A Milli Takımların rakiplerini izliyordum. O da çok güzel bir deneyimdi. Kayseri sürecinden sonra Ersun Yanal’la birlikte Manisa Spor ve Trabzonspor’u çalıştırdık. Manisa Spor’da da çok önemli bir organizasyon vardı, bugün Milli Takımımızın iskeletini oluşturan kadronun oluştuğu, Arda, Caner, Selçuk, Hakan Balta, Burakyabancı oyuncuları saymıyorum bunların organizasyonununyer aldığı ve Türk futboluna kazandırıldığı... Güzel bir yıldı... Hem kulübümüz için güzeldi hem de oyuncuların gelişimi için güzeldi. Trabzonspor’da bilhassa ikinci yılda müthiş bir takım kurduk, ligin son 5 haftasına kadar şampiyonluğu kovaladık. Belki de geçmiş 20 yıla baktığımızda, en çok ses getiren kadronun kurulduğu, taraftarının takımına en fazla destek olduğu bir süreçti.Ve o 2011 yılında kaybedilen şampiyonluğun da alt yapısını kurulduğu bir kadroydu.

Her iki teknik direktör de çok özeldi. Tevfik Lav, öğretmen bir adamdı. Çevresindeki herkesi geliştirme fırsatı tanırdı, fikirlere değer veren bir adamdı. Antrenman metotları da çok farklıydı. Futbolun bütün değişkenleriyle kafa yoran ve tamamen oynamak istediği oyunu çalışan, oyuncuyu sürekli yetiştiren, sonuç odaklı değil, gelişim odaklı bir teknik adamdı. Ersun Yanal da öyle... Tarzları birbirini çok etkilemiştir.

Hocam bu karakteristik yapıyı sizde de görüyoruz. Siz de göreve geldikten sonra Kasımpaşa’nın da belli bir noktaya geldiğini görüyoruz. Demek ki, iyi hocalarla iyi antrenörlerle, iyi teknik adamlarla birlikte olmanın sonucu bu!

Evet kesinlikle öyle... Tevfik Hoca çok üst düzey olmasa da, çok iyi antrenörler yetiştirmiştir. Ersun Yanal biraz daha öndedir. Teknik direktör olduktan sonra ilk Mesut Bakkal teknik direktör oldu, ben teknik direktör oldum, Süper Lig’de çalıştım. Hem Tevfik Lav’ın hem Ersun Yanal’ın teknik direktör yetiştirme gibi özellikleri var. Cidden çok paylaşımcı, kurduğu ekibin fikirlerine değer veren ve birlikte gelişecek, birlikte öğrenilecek bir ortam hazırlayan kişilerdir. Onlardan etkilenmemek mümkün değil! Çünkü uzun yıllar birlikte çalıştık.

Hocam, o zaman buradan şu mesajı verebilir miyiz? Yardımcı hocalar sabretsinler, iyi çalışsınlar, iyi analiz etsinler...

Kesinlikle... Hele şimdi bulunduğum yerde 10 binleri bulan antrenörleri temsilcisi gibi görüyorum kendimi. Çünkü bu ülkede futbol geçmişi olmanın büyük avantaj olduğu bir ortam var. Ancak bu işe sevdayla bağlanıp, sebatla devam edip, çok çalışmanın hayal ettiğiniz yere de getireceğini yaşamış bir insanım.Ersun Yanal, Tevfik Lav ve ben spor akademisi mezunuyuz, işin okul tarafını temsil ediyoruz. İşin üzerinden bir de 20 yıl gibi bir süre geçtikten sonra da aynı zamanda alaylı olarak hissediyoruz kendimizi. Önce bu işi çok sevmek gerekiyor, mesleği hayal etmek gerekiyor. Gerçekten de çok zor! Bu ülkede en zor icra edilen mesleğin antrenörlük olduğunu düşünüyorum. İster futbol geçmişi olsun ister olmasın bir tutku olmaksızın yapılamayacak bir iş! Kesinlikle para kazanmak için yapılan bir iş değil! Yaptıklarınızın kamuoyu tarafından ya da birileri tarafından değerlendirilip, size gelecek kazandıracak bir meslek bu! Bakıyorum, her süreci ayrı bir gelişim, her süreci ayrı bir keyifti. Bugün belki Süper Lig’de teknik direktör olduğumda, geçmişe dönüp baktığımda, 15 yıl önce çok kötü sonuçlar aldığımız ancak çok güzel birliktelikler yaşadığımız takımları özlüyorsunuz. O günleri özlüyorsunuz. Çünkü hayal etmişiniz, bir şeyi başaracağım demişsiniz. Bugün de bunu gerçekleştirdiğinizde, o günkü duygular çok önem kazanıyor ve sıcak tutmaya çalışıyorsunuz. Hayal etmeye devam etmek lazım, yaşı ne olursa olsun, nereye varırsanız varın, bunun bir sonu olmadığını öğreniyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz ki, birinci önceliğiniz futbol olmuş sizin için. Yaşamın ta kendisi olmuş ve onu yaşamaya çalışıyorsunuz. Bir tutuyla bağlanıyorsunuz. Bu çok güzel. Antrenörlük yapmak isteyen bütün arkadaşlarıma, önce bu işe tutkuyla bağlı olmalarını tavsiye edeceğim. Sonra da hep fark yaratmalarını tavsiye edeceğim. Hep bir ekibin parçası olmalarını, parçasıolduklarında da kendi çıkarlarına hizmet eden değil, ekibin çıkarlarına hizmet edecek şekilde davranmalarını gerektiğini söylemek istiyorum. O kadar geniş bir alan ki, kesinlikle yaşı yok! Öyle bir alan ki, her gün bir şey öğreniyorsunuz, her gün kendinizi geliştiriyorsunuz çünkü futbol o kadar ortak bir alan ki, herkes futbolu çok iyi biliyor, herkes futbolu çok iyi değerlendiriyor. Bazen yazılan bir yazı, bazen söylenen bir söz, bazen oyuncunun ortaya çıkardığı bir şey sizin öğrenmenizi sağlıyor. Bu kez siz kendi süzgecinizden geçirdiğinizde, bu size bir fark katıyor. Bunu önemsiyorum. Evet, çok çalışmak ve tutku çok önemli.

Peki, alt yapı çok uzun dönem görev yaptınız. Sizce Türkiye’de alt yapı yeterli mi ve bizler alt yapıdan yeteri kadar faydalanıyor muyuz?

Şimdi kaynağımıza baktığımızda, şu anda alt yapıdan yeteri kadar faydalanmadığımızı görürüz zaten. Bütün Avrupa ülkelerini de kıyaslayacak olursak, çok ciddi bir genç nüfusa sahibiz... Bu genç nüfus 20 milyonları buluyor... Bu genç nüfustan çok kaliteli, çok nitelikli Arda’lar, Selçuk’lar, Caner’ler üretebilmeliyiz. Ancak bunu yapamıyoruz! Ama her geçen gün, örneğin ben alt yapılarda çok çalışmadım ama 2010 ve 2011’de ülkemizin en önemli yaş grubunun teknik sorumluluğunu yaptım. Ta ki, 2007’lerden, 2008’lerden başlayan çok ciddi bir yapılanmalar var ve her gün üzerine inşa edilen çok güzel organizasyonlar var. Eksikler var mı? Evet, var! Bizim bir modele ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Şimdi çok yoğun bir mesai harcanıyor, ciddi bir yol kat edildi diye düşünüyorum. Benim dönemimde 2010 ve 2011’de akademi liglerin oynandığı, bütün ülkemizdeki oyuncuların atlanmadan tarandığı bir program vardı. 7 bölgemiz vardı ve oranın antrenörleri vardı. Yurt dışında da çok ciddi tarama havuzlarımız vardı... Bunların hepsi olmuş oyuncuyu belirleme konusunda önemli organizasyonlar. Gelişmiş ülkeler bizden daha farklı olarak(onlar için futbolun birinci önceliği)futbol takımlarının olacakları yerden çok, ülkede bir futbol kültürü yaratmak ve bir spor kültürü oluşturmak. Her branşta yetenekli oyuncuların, spor hayatlarını sürdürebilmesi ve yarışmacı sporcular olabilmesi için eğitimle yürütülmesi gereken organizasyonlar bunlar...

Sokak futbolunu yaygınlaştırmalıyız!

Gençlik ve Spor Bakanlığımız ve Milli Eğitim Bakanlığımızla geçtiğimiz aylarda bir protokol imzaladı. Bu protokol alt yapıyla alakalı bir süreçti. Orada şunu gördük, Milli Eğitim müfredatında futbol adına liseler arası yarışmalar var. Biliyorsunuz futbol meşakkatli bir oyun! İlköğretimde liselerde başlıyor futbol... Şimdi sayın bakanımız müfredatta bunu en aşağıya kadar çekip, ilkokula kadar inmesini sağlıyor. Bu ülke futbolu adına çok güzle bir gelişme... Futbol adamlarıyla birlikte yaptığımız bir çalışmada gördük ki, futbola başlama yaşı 6. Tesisten içeriye girerken Kasımpaşa Futbol Akademisi’ni gördüm, çok gururlandım, tam hayal ettiğimiz bir sistem. Sizin böyle bir çalışmanız var mı?

Öncelikle Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın yaptığı protokol müthiş bir organizasyon. İlkokula inmeli ve her okulla birlikte bu gelişim sürebileceği ortak müfredatlar oluşturulmalı. Sokak futbolunun yaygınlaştırılması gerekiyor. Hem İstanbul için hem ülkemizin tüm şehirleri için futbol oynanabilecek çocuklukta, futbol oynanıp, sokakta geliştirilebilecek yeteneklerden mahrum kalıyoruz. Gelişmiş bütün ülkeler bunun oluşması için fırsat yaratıyor, bunun için yerel yönetimlere çok ciddi görevler düşüyor. Futbol alanları yaratmaktansa, çocuklarımızın oynayabileceği alanlar yaratılması çok değerli diye düşünüyorum. Daha sonraki kısım ise kulüplere geldiğimiz sürede, yine futbol federasyonumuz tarafından 2-3 ay önce elimize ulaşan, çok güzel bir alt yapı eğitim ve müfredat oluşturulmuş. Evet, bu daha da geliştirilebilir. Ama bu kaynak bile bizim spora ve futbola verdiğimiz değeri gösteriyor. Bugün artık her kulübümüzün organizasyonunu teşvik etmek için ve bu müfredatla birlikte ortak bir model oluşturmak için bir kaynağımızın olduğunu düşünüyorum. Bu sürece de herkesin dahil edilmesi gerekir. Süper Lig düzeyindeki kulüpler, ilkokullara kadar iniyorlar, seçmeler düzenliyorlar, orada gidip turnuvaları takip ediyorlar, burada bütün yetenekli oyuncuların katılımıyla turnuvalar düzenleniyor, daha sonra tüm takımların da yetenekli olduğu organizasyonlar oluyor. Biz de şanslılardan biriyiz, çok iyi bir akademimiz var. Çok ciddi antrenör sayımız var, altyapıda, mentör desteğimiz var, fizyoterpist desteğimiz var, pedagog desteğimiz var. Tabi, bu lokal bir uygulama. Büyük takımlarımızın da aynı uygulamayı yaptığını biliyorum. Birilerinin yol göstericiliğiyle bütün ülkeye yayılması gerektiğine inanıyorum. Ama eğitimin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçmiş yıllarda eğitim düzeyi çok düşüktü futbolcuların... Bugün Avrupa’ya baktığımızda eğitim düzeylerinin de arttığını görüyoruz. Biz hem çocuklarımızın eğitim düzeyini arttıracağız, onarlın okumalarını sağlayacağız, aynı zamanda da iyi oyuncular, iyi sporcular olmalarını sağlayacağız. O zaman doğru iş yapmış olacağız. Böylece çok daha kaliteli bir nesil, çok daha ahlaklı sporcular ve çok daha birbirini değiştiren ve örnek olacak bir nesil yetiştiririz. Ben ülkemdeki spor alt yapısından da, geleceğinden de inanılmaz derecede memnunum ve mutluyum. Ülkemiz çok güçlü bir ülke... İnanılmaz vizyonu olan bir ülke... Bugün spor tesislerimize baktığımızda, inanılmaz bir alt yapımız var. Futbol alanlarımıza baktığımızda, statlarımız Gençlik ve Spor Bakanımız Sayın Akif Çağatay Kılıç Beyefendinin bir söyleşisini dinledim, dünyanın ikinci sırasındayız. Şimdi buraları nitelikli hale getirecek, oyuncular üretmemiz niteliğimiz olmalı. Çünkü futbol bu ülkede çok seviliyor! Bakıyorum basketbol gelişiyor diğer spor dalları da öyle... Her birine yatırımlar yapılıyor, her birinin federasyonları da çok güzel çalışıyor. Şimdi biraz daha buna kalite, plan, program katmamız gerekiyor ve biz bu 20 milyon çocuğumuzdan maksimum faydalanmalıyız. Onlarınhem hayallerini gerçekleştirmeliyiz, hem de ülkemize fayda sağlayacak iyi insanlar yetiştirmeliyiz. Ben inanılmaz mutluyum, birilerini ortak çalışması gerekiyor, her birimizin çok ciddi fikir birliği etmemiz gerekiyor. Her birimizin birbirinden yararlanması, deneyimlerinden yararlanması, belki ayda bir bütün alanların paydaşlarının bir araya gelip fikirler üreteceği, bunların kayıt altına alınacağı ve bunların hayat geçirileceği fırsatlar yaratmamız gerekiyor. Biz bunları da gerçekleştirecek vizyona da sahibiz. Ülkemiz bunu gerçekleştirebilecek büyüklükte bir ülke.

Futbol bizim hayat biçimimiz!

İnşallah bunları gerçekleştirebiliriz... Hocam biraz da futbolun dışından konuşalım dilerseniz... Günlük hayatınızda neler yapıyorsunuz?Futbolun dışında günleriniz nasıl geçiyor? Takip ettiğimiz kadarıyla da iyi giyiniyorsunuz... Kemal Özdeş, sosyal hayatında ne tür kitaplar okur, hangi tür filmler izler?

Öncellikle çok fazla sosyal zamanımız olmuyor çünkü belki Avrupa’nın belki de ülkemizin en güzel tesisindeyiz. Burada da, başladığımız günlerde de takımımızın kötü durumda olması, bugün belki oyun olarak toparlasak da, puan olarak istediğimiz yerde değiliz ama bayağı bir mesai harcamamızı gerektiriyor. Örneğin, eşim ve çocuğum Manisa’da ben buradayım. Bütün zamanımızın çoğu burada geçiyor. Çok güzel bir tesis var.Oyuncularımızın da zamanını burada geçirmelerini istiyorum çünkü futbol sadece antrenman yaparak, maçta başarı elde edebileceğiniz bir oyun değil çok değişkeni var. Bir kere bir aile ortamı yaratmak gerekiyor, burada da çok müsait bir alt yapı var. İnanılmaz bir kulüp, inanılmaz kurumsal, enerjisi yüksek bir kulüp. Oyuncularımızın mesai saatlerini arttırdım, burada zaman geçirmelerini sağlıyorum. Birbirilerini tanıma, birbirleriyle zaman geçirme olacak bir ortam hazırlıyorum onlara. Benim de çoğu zamanım burada geçiyor, çünkü futbol bizim yaşam biçimimiz olmuş. Geliş sürecime bakıyorum hemen hemen böyle...

Günlük hayatımda daha çok eşofman giyiniyorum, eşofmanla olmayı çok seviyorum ve maçlarda da bunu tercih ediyorum.Çünkü eşofman beni daha sahanın içinde tutuyor, daha işin içinde tuttuğunu hissediyorum. Bütünün bir parçası hissediyorsunuz kendinizi, oranın kıyafetinin, oranın kostümünün ya da oranın takım elbisesinin eşofman olduğunu hissediyorum. Böyle kendimi daha mutlu hissediyorum (gülüyor).Kitap okumak kesinlikle çok önemli. Çünkü Tevfik Hocayla çalışırken o da çok kitap okurdu. Hatta ilk antrenörlüğe başladığımda hep eleştirirdi beni ve “Kitap oku, bu senin çok önemli bir eksiğin” derdi. “Okuyacağım,okuayacağım” derdim. Sonra o okuduğu için okumaya başladım. “Mutlaka yabancı dil öğren” derdi. Onu da çok önemsemezdim, çünkü o dönemdeki önceliklerim, o zamnki düşüncelerime göre şekilleniyordu... O vizyon, o hayal bugünkü kadar geniş değildi. Ancak Milli Takıma geldiğinizde ondan 15 yıl önce yabancı dil öğren dendiğinde, bunun ne kadar değerli olduğunu anlıyorsunuz. Çünkü yabancı dil, gelişmiş ülkeler için bir standart! Şimdi gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorum, ülkemde ilköğretimde bile yabancı dil eğitimi veriliyor, liseler, üniversitelerde veriliyor. Gelecek bu anlamda çok şanslı... Ama ben Milli takımda çalışırken, herhangi biriyle direkt iletişim kurmak o düzeyde mümkün değildi.Bugün antrenör olacağım diyen genç antrenörlerin, büyük hayallerim var diyen genç antrenörler kesinlikle çok okumalılar ve kesinlikle üst düzeyde bir kaç yabancı dil bilmeleri gerekiyor. Ben daha çok kişisel gelişim okurdum. Bunu şöyle anlamlandırırdım, daha çok gençken okuduğunuza size bir şey ifade etmezdi. Ama bir çok başarı ve başarısızlıklar yaşadıktan sonra, ilişkiler gerçekleştirdikten sonra o kişisel gelişimde okuduklarınızın bir cümlesi bile bazen okuduklarınıza değer olurdu. Çünkü artık daha deneyimli oluyorsunuz, orada sarf edilen cümle, o gün yaşadığınız olaya anlam katmanızı sağlıyor. Bu daha iyi anlamanıza ve anlatmanıza yarıyor. Çünkü yaptığınız iş, kesinlikle anlamak ve anlaşılmak üzerine kurulu bir iş. Ne kadar antrenman yaptığınızı düşünürseniz, düşünün, yaptığınız işin kalitesi karşınızdakinin anladığı kadar. Onun için onarlın anlayacağı ortamı hazırlamak, onları çok iyi anlamaktan geçiyor ve onlara fırsatı vermenizi sağlıyor. Bunu şöyle tanımlayabilirim, onlara bu fırsatı vermek gerekiyor. Sporcu merkezli bir eğitimin şart olduğu ama sonuçta bu yolu siz öngörebilmelisiniz. Fırsat buldukça Türk filmlerine gitmeye çalışıyorum ve ayırt etmeden gidiyorum. Seviyorum çok ciddi bir atılım. Çünkü ülkemiz yaşadığı sıkıntılı süreçlere rağmen ciddi bir sevgi alt yapısı, ciddi bir birlik beraberlik alt yapısı mevcut ve her şeyin üstesinden gelebilecek bir alt yapımız var. Çok güzle işler de oluyor. Umuyorum, çocuklarımızın geleceği, ülkemizin geleceği hep güzelliklerle olur. Çünkü bunu gerçekten hak eden bir milletiz, özel bir milletiz. Bütün sorunların üstesinden gelebilecek bir milletiz. Ciddi projeler üretebilecek bir alt yapımız da var, donanımımız da var.

Yabancı futbolcu serbestliği konusunda Türk futboluna bir katkı sağladı mı? Yoksa yeteri kadar bu işi biraz daha zamana yaymak mı lazım? Acele mi ettik?

Aslında bu ilk planlandığında. 6+ 2’lerden başladı. 3’lerle devam etti. Daha sonra sanıyorum yine 3 yıl bir uygulamalı bir serbestlik tanındı. O dönemde bunun ne getirip, götüreceği pek bilinmese de, bunu 3 yıl gibi başlamıştı ilk başlarda. 3 yıl önceki seminerde de hem federasyon başkanımız, hem Futbol Direktörümüz sayın Fatih Terim de bunu açıklamaya çalıştılar. Evet, Avrupa düzeyinde düşündüğümüzde o gün bir gereklilikti belki ancak yabancı futbolcunun şu anda ikinci yılını yaşıyoruz, ne kadar katkı sağladığıyla ilgili soracak olursanız bir soru işareti var. Çünkü Avrupa oyuncu belirleme, oyuncu yetiştirme konusunda çok daha imkanlara sahip. Çok daha proje ve plan dahilinde yapıyoruz biz bunu. Biz geçmiş dönemlerde, bilhassa büyük takımlarımız için de geçerli 6 yabancı varken de, 5 yabancı varken de 6 ya da 5 yabancıyı bulamazken, şimdi 14 yabancıyı bulmak gibi bir zorunluluk doğdu. Şimdi oyuncu izlenme önemsenmeye başladı farklı futbolcuyu takip edeceğimiz programlar kullanılmaya başlandı. Bir baktık ki her biri Türk futbolcularımızın oynama alanlarını kısıtladığı için çok fazla faydası olmadığını düşünüyorum. Benim takımımda da 13 yabancı var. Ben maksimumu verim 7-8 yabancıdan alıyorum. Şimdi ben, onların yerine Türk oyunculara şans tanıyabilmeliyim. Kadromda 14 Türk bulunduğunda, alt yapımı nasıl değerli hale getireceğim, hayali olan futbolcu olmak isteyen 17 yaşımda bir oyuncumu nasıl üst tarafa götüreceğim, Milli Takımım profesyonel takımlarında oynayamayan bir oyuncuyu nasıl seçip değerli kılacağım? Bunların her biri problem... Kupalar, Avrupa’daki yarışlarda işimize yaracağını konuştuk. Bugün Şampiyonlar Ligi’nde yokuz, orada da çok işimize yarardı. Oysaki çok ciddi jenerasyonlarımız var, yaş gruplarımız var. Türk oyuncularının daha çok liglerde yer alması gerekiyor. Belki PTT Ligi’ni yabancılardan uzak tutmamız gerekiyor. Yani bizim oyuncu yetiştireceğimiz aynı zamanda da kulüplerimizin geleceğiniplanlayacağı alanlar yaratmamız gerekiyor. Çünkü en büyük maliyetlerimizi yabancı oyuncular oluşturuyor. Problemimiz aslında niteliksiz oyunculara çok büyük paralar veriyoruz. Başarısız olduğumuzda gelirlerimiz düştüğü için, ligden düştüğümüzde de gelirlerimiz düştüğü için bu kez bunların paralarını ödeyemiyoruz. Baktığımızda ülkemizde çok önemli kulüplerimiz var, bunların başında Eskişehir, Manisa Spor, Karşıyaka Mersin idman Yurdu gelir. Yabancı futbolcuyu illa almak zorunda olduğu için, ucuz olduğu için almak hayır! Biz en kalitelisini, en uygun maliyetlisini bulmalıyız. Kesinlikle yaptığımız organizasyon Milli takımımıza hizmet etmeli bizim, Türk oyuncularımız oynatacağımız, onları değerli kılacağımız oyuncular yetiştirmek gerekiyor. Bu ülkede yetişen sadece bir oyuncu var, 20 milyon genç çocuğumuz ve sadece Arda bizi temsil ediyor.

Yani geleni gideni karşılamadığı bir ortam var!

Kesinlikle... Üç yıl sonra da bu uygulamanın kesinlikle kısıtlamaya gideceğini düşünüyorum çünkü Türk oyuncularımız yeteri kadar süre almıyor. Bu öyle bir oyun ki, oynayarak gelişebileceğiniz bir oyun. Ersun Yanal bunu çok iyi yapıyordu çalıştığım dönemden hatırlıyorum. Caner’i 17 yaşında, Arda’yı 18 yaşında, Barış Memiş’i 17 yaşında skor, sonuç ilişkisinden korkmadan oynatırdı. Bazen bu konuda tepki gösterdiğimde, “Hayır, oyuncu yetiştirmemiz çok önemli ve değerli” derdi. Şimdi buraya geldiğimde bunun önemini ve değerini anlıyorum. Öyle bir planlıyorum ki, bizim takımda normal seyrine geldiğinde, genç takımlarda çalışmış, bu ülkenin 7 yaş jenerasyonuna yani 1987, 1988, 1999, 1991, 1992, 1993 doğumlulara antrenörlük yapmış biri olarak, genç oyuncu oynatmayı hele ki alt yapıdan çıkan oyuncu oynatmayı çok istiyorum.Bunda da cesaret göstereceğim, sadece uygun zamanı bekliyorum. Bütün kulüplerimizin bunu yapması gerekiyor. Federasyonumuzun bunu teşvik etmesi gerekiyor. Bunu bir parayla değil, onu oynatarak, belki sınırlama getirerek, belki de oynatma zorunluluğu getirerek... Ama kesinlikle statüyü yerine getirmek için değil, onu geliştirip yeni getirmek için yapılması gerekiyor diye düşünüyor.

Genç Milli Takımlarda yer aldığınızda insanların hayatını değiştiriyorsunuz!

Kemal Hocam, noktalamadan Kasımpaşa’daki görevinizle ilgili de söylemek istediklerinizi dinlemek isteriz...
Antrenörlük yaşantımda da, teknik direktörlük yaşantımda da, Genç Milli takımların bende çok özel bir yeri var. 22 yılımı doldurduğum bu meslek hayatımdageçmişe doğru dönüp baktığımda, benim için en gurur verici görevdir Genç Milli takımlarda görev yapmak. Ve tekrar oraya dönmek, orada hizmet etmek çok gurur verir bana. Çünkü ben bunu yaşadım ve gördüm. Çok ciddi bir organizasyonunparçasısınız ve insanların hayatını değiştiriyorsunuz.Bu çok çok güzel. Teknik direktörlüğe başlamak üzere çok güzel 2 yıl geçirdim orada. Bu ülkenin hem Avrupa hem Türkiye hem U19 hem U18 oyuncularına antrenörlük yapmak beni için çok önemliydi. Mesela U19 takımını U18’den alıp, 2 yılda finallere götürmek çok güzeldi. O oyuncuların Süper Lig takımlarıyla karşı karşıya oynaması hem onlara hocaları ben olduğum için gurur hem de oyuncu oldukları için gurur.

Kasımpaşa’da futbolun kendi dilini kullandım!

Şu an teknik direktörlük hayatımda olmak istediğim bir yerdeyim. Kasımpaşa Kulübü... Gerçekten çok özel bir camia ve çok özel bir kulüp. İnanılmaz enerjisi olan, çok profesyonel ve kurumsal bir kulüp. İnanılmaz bir tesisi var... Burada istediğiniz her şeyi geliştirebilirsiniz. Ortak akılla yönetilen bir yer... Bakıyorum, diğer çalıştırdığım Anadolu kulüplerine, ben yaptım oldu sistemiyle ilerleyen bir kulüp değil. Bu şekilde devam eden bir kulüpte yer almak çok özel bir şey. Kasımpaşa benim kurmadığım bir takımdı...Rıza Çalımbay’ın kurduğu bir takımdı. Kötü başladı lige... Geçtiğimiz yıldan oyuncuları farklılaştı, kötü sonuçlarla başladılar. Bir özgüven kaybı oldu. Ben buraya başladığımdadünyadaki en etkiliolan unsur, “futbolun kendi dilini”kullandım. Futbol oyunuyla sorunları tanımlamaya çalıştım ve bu oyunu oynayabilmenin bizi mutlu edeceğini paylaştım onarla... Bu kez antrenmanlarda çalıştığını oynamak ve karşılığını almak bizi daha mutlu etti.İlk Fenerbahçe maçıyla başladı ve 5 yedik. Daha sonra maç başına 1 ortalamalara düşürdük, yediğimiz gol sayısını averajımızı 4’e çıkardık ve bunu bir devrede yaptık. Her geçen gün oyuncuların kendilerini değerli hissettiği, kulüpte bir parça hissettiği ve kulübün de değerli hissettirdiği bir ortam yaratıldı. Bu kez oyuncular oynadıkları oyundan mutlu olmaya başladılar. Ve çalıştıklarımızla konuştuklarımızın karşılığını almaya başladık. Çok mutluyum ki, Türkiye liglerinde tek takımız hiç transfer yapmadık. Herkes oyuncu aldı, kadrolarını değiştirdi ama biz birbirimiz değiştirdik. Bu çok güzeldi... Buna kulübümüz de inanılmaz katkı sağladı. İnanılmaz bir ortam hazırladı, başkanımızdan tutun, tüm personelimiz burada inanılmaz bir katkı var. Başarılı olunabilecek tüm alt yapı var burada... Umarım ülkemiz sporu ve ülkemiz futbolu için de gelecek aydınlık olur.

Haberin Devamı
YORUM YAZ