MENÜ

Sokak basketbolunun son kralının zafer yolculuğu

Red Bull King of The Rock 2014 Dünya Şampiyonu Kıvanç Dinler, zafer yolculuğunu anlatıyor...

Sokak basketbolunun son kralının zafer yolculuğu

Red Bull King of The Rock'ta geçtiğimiz yıl zorlu yolculuğunu şampiyon olarak tamamlayan Kıvanç Dinler, 2015'teki turnuvanın Türkiye'nin ev sahipliğinde gerçekleşmesini sağladı. Ve artık büyük gün için geri saymaya başladık! Bu yıl Bursa, İzmir, Ankara ve İstanbul'da gerçekleşecek Türkiye elemelerinin ardından Dünya Finali, 29 Ağustos'ta İstanbul'da Beykoz Kundura Fabrikası'nda gerçekleşecek.

Heyecanlı geri sayım devam ederken, geçtiğimiz turnuvanın tozunu atan King of The Rock 2014 Dünya Şampiyonu Kıvanç Dinler ile yaptığımız röportajı tekrar hatırlayalım.

Bize şampiyonluk yolundan biraz bahseder misin? En çok zorlandığın maçlar hangileriydi? Şampiyonluk konusunda şüpheye düştüğün anlar oldu mu?

Bütün maçlar zordu. Gün boyu karşılaştığım beş rakipten dördü ülkelerinin milli takımlarıyla maça çıkmış ve halen profesyonel basketbol oynayan isimlerdi. Diğeri de orduda özel timde yer alan çok sert bir oyuncuydu, zaten o maçı tek basket farkla kazanabildim.

Şampiyonluk yolunu anlatmaya başlayacak olursak, ilk rakibim bir oyun kurucuydu ama epey zorluydu. Gücümü ve fizik avantajımı kullanmak için onu çembere giderek alt etmeye çalıştım ama karşımda zeki biri vardı, faullerini akıllıca kullanıp beni durdurmayı başardı. Bitime 40 saniye kala aldığı faulle oyun dışı kalınca maçı kazanabildim. Yoksa turnuva benim için erken sonlanabilirdi. İlk maç turnuva boyunca geriye düştüğüm tek maç oldu. Turnuva o kadar hızlı başlamıştı ki neredeyse bayılacaktım.

İkinci maçta ise saha ve seyirci dezavantajıyla sahaya çıktım, karşımda Tayvan’ın en iyilerinden Granger vardı. 2.03 boyunda genç bir uzun. Sert bir rakipti ama tecrübesizdi. Sıkı bir mücadeleye giriştik. Bütün tribünleri de karşıma almıştım tabii, çevredeki herkes yenilgimi görmeyi arzuluyordu! Gücümü ve deneyimimi kullanarak topu olabildiğince çok elimde tutmayı amaçladım, böylece maç içinde aktif dinlenme için fırsatlar yarattım. Aynı zamanda onu mental olarak yoracak ve maç sırasında ne kadar rahat ve güvenli hissettiğimi ona gösterecektim. (Bu sık başvurduğum bir plan. Bir koç olarak işin psikolojik yanlarını da oyuna katıyorum. Hatta bunun için bilerek şut kaçırdığım ya da çemberle baş başa kalmama rağmen top kullanmayı tercih etmediğim de olmuştur. Başlangıçta tuhaf görünebilir, ama hepsi büyük planın bir parçası!)

Üçüncü maç emekli bir basketbolcu olan Mahmood’a karşı oynadım, daha önce bahsettiğim özel tim üyesi. Maça hazır gelmişti ve akıllıca oynadı. Çok güçlüydü ama yeterince uzun değildi. Fakat o maçı da bir basket farkla kazanabildim. Nefesim kesilmişti ve bacaklarımı hissetmiyordum.

Ardından en zor eşleşme geldi: Gürcistan’dan gelen 2.06’lık power forvet Vakhtang! Şampiyonluğa odaklanmış bir rakip buldum karşımda. Benden önce üç Amerikalı rakibini alt etmişti ve içlerinde turnuvanın eski şampiyonu da bulunuyordu. O atletik vücutlarla çarpışıp hepsini yenmeyi başardıktan sonra, benim yaşımda ve fiziğimde bir adam ona kolay lokma gibi görünmüş olmalı. Ama yine koçluk meziyetlerim devreye girdi. Vakhtang’ın daha önce yendiği üç Amerikalı oyuncuyu etrafıma topladım ve neden kaybetmiş olabileceklerini sordum onlara. Güçlü ve zayıf yönlerini çözmüşlerdi ama onlar için tgemi çoktan kalkmıştı. Ben de bana yardımcı olmalarını istedim ve ona karşı ne yapmam gerektiğini danıştım.

Uygulayacağım planı bu geri dönüşlere göre oluşturdum ve sonunda maçtan galip ayrıldım.

Beşinci maçta, yani final mücadelesinde, genç bir Kıvanç vardı karşımda! Benim boyumda ama daha fit bir kanat oyuncusu. Mükemmel bir Amerikalı oyuncuyu mağlup ederek karşıma çıkmıştı. Onu nereden mi tanıyordum? Orlando ile karşılaşmadan önce beyin fırtınası için bu kez ona başvurmuştum! Rakibimin çok fazla zayıf yanı olmadığımı o beyin fırtınası seansında da bir kez daha onaylamıştık. Ama gücümün ve akıllı oyunumun galibiyet için anahtar olabileceğini söylemişti. Sonuçta da planımı işlettim ve şampiyonluk geldi.

Şüpheye düştüğüm an ilk maçtı. Yorgun düşmüştüm ve kendime 90 dakika içinde bu maçlardan 4 tane daha oynayıp sonunu getirmemin mümkün olmadığını söylemeye başlamıştım. Anlaşılan bu oyunda her şey mümkün.



Turnuvayı kazandıktan sonra geri dönüp baktığında, sana şampiyonluğu getiren en önemli yeteneğinin hangisi olduğunu düşünüyorsun?

Bir eğitmen, koç ve sokak deneyimi de olan eski bir profesyonel basketbolcu olarak, seyircilerin baskısıyla baş etmeye çok alışkınım. Bunun yanında kişisel antrenör olarak da çalıştığım için böyle bir turnuva için doğru beslenmenin ne olduğunu da en iyi ben bilebilirdim. Turnuvaya üç gün kala özel diyetimi devreye soktum ve yediklerime dikkat ettim. Ayrıca basketbolu bıraktıktan sonra da antrenmanlarımı hiç kesmedim, bu sayede profesyonel yıllarımdaki kuvvetimin yaklaşık yüzde yetmişini koruduğumu düşünüyorum.

Özet olarak; deneyimim, beslenmeye gösterdiğim özen, sakin yapım ve kuvvetim beni şampiyonluğa taşıdı diyebiliriz. İçlerinden birini seçmem gerekirse, deneyim en önde geliyor diyebilirim.

Red Bull King of The Rock’taki rekabet seviyesini nasıl görüyorsun? Geçmişte yer aldığın diğer turnuvalar ve liglerle karşılaştırabilir misin?

Bire bir üzerine kurulu bir turnuvayı, üçe üç ya da beşe beş organize basketbol oynanan bir turnuvayla karşılaştırmak çok doğru olmaz. Red Bull King of The Rock bugüne kadar yer aldığım en geniş katılımlı bire bir turnuvaydı ve bu yüzden kıyaslamaların hepsini aşıyor. Fakat oyuncuların seviyesiyle ilgili birtakım yargılarda bulunabilirim ve gözlemlediğim kadarıyla Samasana’daki oyuncuların %80’i Avrupa liglerindeki orta seviye takımlarda oynayabilecek kapasitede olduğunu söyleyebilirim.

Bire bir basketbolda yetenek %30 önem taşıyorsa, kuvvet %70 önem taşır. Bu yüzden bir boğayı bile devirebilecek güce sahip ama aynı oranda yetenekli olmayan yarışmacılar da vardı tabii. Organizasyon olarak da Red Bull Tayvan’ın her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündüğünü, oyun sahasını, kuralları ve düzenlemeleri, görevlileri, hakemleri mükemmele yakın yönettiğini belirtmem gerek. Her şey harikaydı.

Bu şampiyonluktan sonra ileriye baktığında ne görüyorsun? Kendini hangi alanlarda geliştirmeyi amaçlıyorsun?

Aktif basketbol kariyerimi koçluk yapmak için geride bıraktım. Oyuna dair tutkumu dizginlemeliydim. O yüzden çok fazla havaya girmemeye kararlıydım. Ancak Samasana’daki zaferimden sonra üniversitedeki arkadaşlarımdan, çevremdeki koçlardan ve oyunculardan büyük bir destek gördüm. Sonunda ikna etmeyi başardılar, gelecek sene için hazırlıklarıma şimdiden başladım. Oraya yüzde yüzümle geri döneceğim ve tekrar kazanmaya çalışacağım.

Sokak basketbolunda ve bire birde kendini nasıl geliştirdin? Nerelerde oynuyorsun?

Çoğunlukla İzmir’de oynuyorum ama turnuvalar için başka şehirlere de gidiyorum. Oyuncularıma bir şeyler öğretmek için bire bir çalışmalara yöneldiğim oluyor. Özellikle fundamental ve ayak oyunlarını geliştirmek adına çok faydalı. Yeteri kadar güçlendiklerini düşündüğümde bana meydan okumalarını da teşvik ediyorum. Öğrencilerimle yaptığım bire bir maçlar da benim için iyi antrenman oldu.

Ayrıca 13 yaşımdan beri bu tip sokak basketbolu turnuvalarına katılıyorum. O yaş grubunun elit oyuncuları arasındaydık ve Anadolu Efes’in o jenerasyonundan, Hidayet Türkoğlu başta, önemli oyuncular çıktı. O dönemde bize bu amatör turnuvalara katılmamız için izin vermiyorlardı. Daha sonra şimdi Türkiye milli takımının koçluğunu yapan Ergin Ataman başa geçti ve benim gibi bazı oyunculara sokakta oynamanın fayda sağlayabileceği yönünde öğütler verdi. Böylece turnuvalarda daha sık yer almaya başladım. Son yirmi yılda katıldığım sokak basketbol turnuvaları saymakla bitmez.



Sence bire bir basketbolu özel kılan ne?

Dinlenme şansın yok.
Takım arkadaşından yardım alma olanağın yok.
Bir koçun veya güvenebileceğin herhangi biri yok.
Yalnız olmanın ve karşında hakkında fikir sahibi olmadığın ama seni deli gibi yenmek isteyen birini bulmanın baskısı var.
Her şeyin senin elinde olduğunu bilmenin güvencesi var.

Zihinsel olarak bire bir basketbolun ve tek maçlık eliminasyon sisteminin masaya getirdikleri neler?

Red Bull King of The Rock’ta işin psikolojik yönü, fiziksel yönüyle doğrudan ilintili. Zihinsel olarak hazır ve kazanmaya odaklı hissediyor olsan bile iki dakikalık vücut vücuda çarpışmanın ardından zihnin üzerindeki kontrolü kaybediyorsun. Bunun bir temas sporu olduğunu unutmamak gerek. Şampiyonluğumun arkasındaki nedenleri sıralarken başta deneyimi saymam da bu yüzden. Zihinsel olarak doğru şeyleri fazla düşünmeden gerçekleştirebiliyorsun.

Son olarak, Tayvan’a yolculuğundan da biraz bahseder misin? Samasana Adası’nı nasıl buldun, en çok hoşuna giden şey neydi?

Ödül töreninde de bahsettiğim gibi, Tayvan nefes kesici doğası ve arkadaş canlısı insanlarıyla çok güzel bir ülke. Benim yaşadığım yerin yakınında bulunan Yunan Adaları’nı andırıyor biraz. Tabii eski bir zindanda yapılıyor olması farklı ve kasvetli bir hava getiriyor beraberinde. Hapishanenin manzarası harikaydı ama bunu oraya basketbol oynamaya gelmiş biri olarak söylüyorum. Cezasını çekmek için orada olan bir mahkum, aynı şeyi söylemeyecektir!

Her şeyiyle harika bir yolculuktu ve geri dönmek için sabırsızlanıyorum. En çok hoşuma giden şeyler ise bize çok yardımcı olan Red Bull Tayvan ekibi ve dünya üzerindeki sokak basketbolcularının dayanışması oldu. Kupayı kaldırmak da birazcık hoşuma gitti!

Haberin Devamı
YORUM YAZ