MENÜ

Adım adım çöküş

İki yıl önce Viyana kapılarına dayanan (!), toplam 51 galibiyet alıp Avrupa'nın tozunu atan Türk takımları, takip eden iki yılda Edirne'nin bir adım ötesine gidemezken, toplamda sadece 35 galibiyet alabildi.

Adım adım çöküş

Çok değil, iki sezon önce Türkiye Ligi’nin Avrupa’nın en iyi ikinci ligi olduğunu iddia etmiştim. Bunu söylerken, birçok kriteri baz almıştım. En önemlisi Türkiye’de zirveye oynayan 5 takımın, aynı başarıyı Avrupa’da da göstermesiydi.

Öyle ki Euroleague’de Fenerbahçe ve Efes Pilsen 9’ar galibiyet almıştı.

Fener çeyrek final oynarken, Amerikalılar kaçmasa belki Efes Pilsen de Top 16’dan öteye gidecekti. Eurocup’ın ise tozunu atmıştık. Toplamda Telekom 10, Beşiktaş 12, Galatasaray ise 11 galibiyet almıştı.

İki de dış saha beraberliği vardı. Galatasaray yarı final, Beşiktaş da çeyrek final yapmıştı Avrupa’nın ikinci kupasında.

2008’de 51, 2010’da 17 galibiyet
Türk basketbolu için altın yıllardan biriydi. Ama önemli olan bu başarıyı istikrarlı hale getirmek gerektiğiydi. Aksi halde, elde edilen sonuçlar tesadüften öteye gitmeyecekti.

Nitekim takip eden iki yılda, baş aşağı gittik kulüpler bazında. 2007-2008 sezonu anlık bir parlamaydı, tatlı bir anı olarak kaldı hafızalarımızın bir köşesinde. Geçen sezonki kâbus, mart ayını göremememiz, 5 takımın da çeyrek final yapamamasının ardından, bu sezon da erkenden havlu attık Avrupa arenasında. Bir takımımız bile son sekize kalamadı onca yatırıma rağmen. 2007-2008’de Türk takımları toplam 51 galibiyet almış. 2008-2009’da Efes 4, Fenerbahçe 7, Telekom 5, Beşiktaş 3, Galatasaray 0 (ön elemede elendi) olmak üzere toplam sadece 18. Bir önceki yılın neredeyse 3’te 1’i.

2009-2010’da ise Efes Pilsen 6, Fenerbahçe 3, Telekom 4, Beşiktaş 1, Galatasaray da 3 maç kazanabilmiş. Toplam 17. (Daha son maçlar oynanmadı). Adım adım geriye gidiyoruz. Peki Türk basketbolu onca yatırıma, harcanan milyon dolarlara rağmen neden bu hale geldi?

Gökhan German


Efes Pilsen’den başlayalım:


Efes ruhunu yitirdi
Aydın Örs dönemiyle başlayan müthiş çıkışın en önemli faktörlerinden biri, alt yapıdan gelen, Efes Pilsen ruhuna sahip oyuncularla başarıya ulaşılmasıydı. 10 yıl üst üste çeyrek final, iki kez de Final-Four yapmıştı Efes Pilsen bu sayede, bünyesinden yetiştirdiği antrenör ve oyuncularla. Ama 4 yıldır kapısından bile geçemiyor o seviyelerin. Her geçen yıl bütçeler artıyor, ama başarı grafiği tam tersi oranda ilerliyor. Ne kadar çok para, o kadar az başarı! Her sene antrenör ve oyuncu değiştirmekle bu işin olmayacağı apaçık ortada. Ama Efes Pilsen ısrarla aynı yolu deniyor. Sorun zihniyette. Yönetim tarzında belki de... 7-8 yabancı alıp günü kurtarmayı düşünmek (ki gün de kurtulmuyor) yerine kalıcı, akılcı politikalar belirlenmesi şart. Geçen sene CEO pozisyonu için Aydın Örs’ün adı gündeme gelmişti mesela. Ne oldu da, bu yapılanma gerçekleşmedi?

Örs gerek kariyeri, gerek birikimi, gerekse vizyon olarak eşofmanlarını giymeden de Türk basketboluna en üst seviyede hizmet verecek yegane isimlerden biriydi ülkemizde. Ama yıllardır televizyondan izliyor maçları basketbolsever olarak! O, izleyen değil, izlenen, izleten olmalı. Efes Pilsen’de de olur, başka bir takımda da.

Hesap yapamıyor, program nasıl yapacak?
Fenerbahçe’nin de sorunu aynı, Beşiktaş, Galatasaray ve Türk Telekom’un da. Arkasında milyonlarca taraftarı olan, bütçesi 15-20 milyon dolarları bulan, Türkiye’nin en kurumsallaşmış kulübü olduğunu iddia eden Fenerbahçe’nin de hali içler acısı. 100 kişiye oynadı bütün bir sezon Euroleague maçlarını. Topu topu 3 galibiyet alabildi, Euroleague tarihinin en zayıf grubunda. O kadar parayı, o kadar oyuncuyu, o kadar ‘staff’ı kim idare ediyor. Mahmut Uslu bilir bu işleri. Ama işinin bir bölümü basketbol olursa, vaktinin ve aklının sadece bir kısmını basketbola ayırmakla, milyonlarca dolarlık bütçeler doğru düzgün yönetilemez. Bu amatör zihniyetten teknik ve idari kadro da etkilenir. Milyonlarca taraftarın gönül verdiği, birçok şirketten daha fazla paraların döndüğü bir sektörde, rakibi kaç sayıyla yenmen gerektiğinin basit bir hesabı bile yapılamaz duruma gelinir, takımın kaderiyle oynanır. 9 sayı mı, 14 sayı mı? Basit bir regülasyonu, 4 tane antrenör, 5 tane idari, teknik menacer ve koordinatörün bulunduğu bir ‘staff’ okuyup anlayamaz, ortaokul çocuğunun yapabileceği bir hesabı yapamaz. Toplama-çıkarma hesabı yapamayan bir kulüp, nasıl milyon dolarları yönetecek, nasıl doğru düzgün bir plan program uygulayıp Avrupa’da Final-Four oynayacak? Ölme eşeğim ölme!

Gökhan German


Galatasaray bindiği dalı kesti
Aslında bu işlerin, hem çok zor, hem de çok kolay olabileceğinin dünya üzerindeki en güzel örneklerinden biri de Galatasaray’dır. 10 yıldır Avrupa Kupaları’na katılamayan Galatasaray, birkaç ay içinde doğru bir yapılanma ile Eurocup’ta yarı final oynadı. Finali bir iki topla kaçırdı. Ama gelenekçi bir yapıya sahip olan Galatasaray, yenilikleri bünyesine bir türlü adapte edemedi, alışamadı. Vücudunu için için kemiren o kemikleşmiş zihniyet hortlayınca, düzgün organizasyon bir tokat darbesiyle yerle bir edildi. Sonuç da ortada. Galatasaray yine küme düşme hattında. Avrupa’da da 11 maçta sadece 3 galibiyet var. Basketbol şubesinin başında Motor Sporları’nın ‘pir’i, olan ama işin içinde top olan sporlarla pek alakası bulunmayan sayın Mümtaz Tahincioğlu var.

Böyle bir yapılanma ile Galatasaray basketbolda nereye kadar varolabilir?

En kötüsü Beşiktaş

Üç büyükler arasında yönetim bazında hali içler acısı olan takım Beşiktaş. Tamamen üvey evlat muamelesi görüyor basketbol şubesi. Onlar da iki sezon önce Eurocup’ta çeyrek final oynamışlardı. Ama Ergin Ataman ve teknik ekibinin vizyonunun yarısı yönetimde olmayınca, tekrar dibe vurdu Siyah-Beyazlılar. ‘Beşiktaş’ta boykot. Oyuncular idmana çıkmadı’ haberleri artık haber niteliği taşımaz hale geldi medya için. Bu yıl da Burak Bıyıktay, bütçe dahilinde çok sıcak ve keyifli bir kadro kurdu. Ama coach ve teknik ekibin çabalarıyla ancak bir yere kadar gidiliyor.

Konuştukları kadar iş yapsalar!
Türk Telekom da yıllardır inanılmaz paralar harcıyor. Elde ne var? Sadece bir Türkiye Kupası. O kupayı aldıkları zaman da, sanki Dünya Şampiyonu olmuş gibi davrandılar. Boy boy ilanlar verildi, kutlamalar yapıldı, oyuncular oradan oraya götürüldü. Vizyonları bu kadar demek ki. Daha önce de yazmıştım, ‘Telekom taşra zihniyeti ile yönetiliyor’ diye. Ankara’nın bürokrasisi, kasveti takımın üzerine çökmüş sanki. Bu yıl da elendikleri grup, belki de Eurocup’ın en zayıf grubuydu. Ama sonuncu oldular. Sezon başından bu yana her gün basın bülteni geliyor Telekom’dan. ‘Onu yapacağız, bunu yapacağız. Kupayı alacağız, şampiyon olacağız vs...’.

İyi güzel de konuştuğunuzun yarısı kadar iş yapsaydınız, takım bu hallerde olmazdı belki.

Yıllardır milyonlar harcanıyor, karşılığı nerede?

Gökhan German


Hâlâ anlayamadılar
Sonuçta, gazeteye ‘Herkesi maça bekliyoruz, taraftar desteğine ihtiyacımız var” demeci vermekle o salonların dolmayacağını yıllardır anlayamadı kulüplerimiz. Türk antrenörlerinin çalıştığı bütçeleri bir iki milyonu bulmayan Cholet ve Frankfurt kulüplerinde bile Efes Pilsen’den, Telekom’dan, Fenerbahçe’den daha çok çalışan bulunuyor. Pazarlama, bilet satışı, halka ilişkiler, vs vs... Her maçı kapalı gişe oynuyorlar. Partizan, Zalgiris, Cibona gibi takımlar alt yapı oyuncularıyla bir şekilde Top 16’da çeyrek final oynuyorlar; bizimkilerin 10’da biri bütçelerle. Sadece para harcayarak başarılı olunamayacağını da anlayamadı hâlâ kulüplerimiz.

Geçen sene de yazmıştım, eski basketbolcular ya antrenörlüğe, ya da menacerliğe soyunuyor. Profesyonel yönetici bazında çok eksiği var Türk basketbolunun. Basketbol Federasyonu ne yapıyor peki? Kulüplere antrenör ve menacer önereceğine, bu konuda bir çalışma ve program geliştirmesi gerekiyor bence.

Gökhan German

4

Haberin Devamı
YORUM YAZ